BİRLİKTE YAŞAM

İletişim araçlarının bu kadar dolup taştığı ve sanki tüm dünya ile bağlantıdaymışız gibi görünen böyle bir dönemde, gerçek iletişime karşı çıkan yüzeysellik durumu belirir. Paylaştığımız anlamsız şeyler o kadar çoktur ki,  fakir ve zayıf sözcüklerle birbirimize aktardığımız duygular, o kadar suni ve kişiseldir ki, birlikte yaşamın üzücü bir kopyasını ortaya çıkartıyoruz.

Hepimizin toplum sağlığını en iyi şekilde koruma önlemleri kapsamında izole olduğumuz bu günlerde özlemle hissettiğimiz bir konudan bahsetmek istiyorum. Birlikte Yaşam…

Evet, her planda birlikte yaşam mümkündür ancak bu noktada kendimizi kandırıp kandırmadığımızın farkında olmamız gerekir. Birlik bir bilinç durumudur. O yüzden birlikle çokluğu karıştırmamak gerekiyor.

Günümüzde, sadece bireysel yaşamın gerekli olduğunu savunan insan sayısı hiç de az değildir. Ancak ister kabul edelim ister etmeyelim, insan ve doğadaki diğer tüm şeyler birlikte bir yaşam içerisindelerdir. Varoluşun bu yönünü anlamak ve onunla işbirliği yapmak hayatı daha yaşanabilir kılacaktır.

İşte bu varoluş, bizler açısından ahlaki düzende yatar. Birey olmak, hâl hatır sormak, selam vermek, yardım etmek, paylaşmak, sevmek, saymak, dikkat göstermek, çalışmak ve daha birçok unsur, şeyleri birliğe götüren küçük ama çok güçlü bağlardır.

Bu çok zordur. Ancak unutmayalım ki tüm kolay yollar aşağıya doğru gider.

Bireysel yaşam insanı zorlamayacağı için kapasiteleri geliştirme fırsatını kişinin elinden alır. Ancak diğerleriyle bir araya geldiğimizde bireysel bencilliğin ötesinde toplumsal bilincin kıvılcımları doğmaya başlar.

Birlikte yaşam “iyi olan davranış kurallarına” uymanın çok daha ötesindedir: diğerlerinin bizim için ne anlam ifade ettiğinin farkındalığına sahip olmak demektir.

İlk olarak, diğerlerinin yaşamasına izin vererek, yani bireyselliklerine saygı duyarak, insanın kendi kendisiyle yaşamasını bilme becerisi gerektirir. Başkalarıyla geçinemeyen biri kendisiyle de geçinemez. Başkaları ile başaramadığını kendisiyle de başaramayacaktır.

Prensip olarak derin yaşantılara sahip olmayan biri, başka insanlara karşı temel bir anlayış geliştiremez.

Yüksek bir fikir ile bağ kurduğumuzda ona dönüşmeye başlarız. İçerdeki bu dönüşüm dışardaki diğer unsurlarla veya insanlarla da aynı şeyi paylaşmamızı sağlar. Böylelikle içteki birlik dışarıdaki birliği doğurmuş olur. Filozof İmparator Marcus Aureliusun söylediği gibi  “DOĞRUL VE DOĞRULT”.

Sahip olduğumuz zekâyı bu konu için de kullanmayı bilmeliyiz. Zekânın insanı insan yapan en önemli ayırt edici özelliklerden biri olduğu söylenir. Bu ayırt edicilik özelliklerine insanın birlikte yaşama kapasitesini eklersek hiç de haksızlık yapmış olmayız. Yani birlikte yaşam bir zekâ işidir.

Bu kriteri doğru bir şekilde çalıştırabilirsek, Sokrates’in daha detaylı olarak söylediği gibi; aslında hayata dair ne kadar da az şey bildiğimizi fark edeceğiz. Eğer yeteri kadar derine inersek bu bildiğimiz az şeyler de, bizimle aynı dağı, sadece kendi tarzı ve şekliyle tırmanmaya çalışan arkadaşlarımıza karşı her zaman saygı ve sevgi geliştirmek için yeterli olacaktır. O nedenle egoizmi ve egosantrik yaklaşımlarımızı en aza indirmeliyiz. Sahte bir uyum, sahte hoşgörü veya bugünün vahşi rekabetinin getirdiği kusursuz biri gibi görünme ihtiyacından vazgeçmeliyiz. Sadece basit ve otantik insanoğulları olduğumuza inanarak aramızda doğal bir bağ kurmalıyız.

Sürekli olarak başkalarının arkadaşlığına “katlanmak” zorunda olduğumuzu değil de başka kişilerin de bizim varlığımıza ve arkadaşlığımıza “katlanmak” zorunda olduğunu da düşünmeliyiz.  Belki zannettiğimiz kadar sempatik ve nazik değilizdir ve de başka kişiler sandığımız gibi o kadar sevimsiz olmayabilir.

Her birimizin farklı olduğunu idrak etmek, bizim bir arada yaşama gücümüzü ortaya çıkarmaya yardım edecektir. Çünkü birlikte yaşamak asla eşit varlıklar arasında olmaz. Aralarında değiştirecek çok şeyleri olan yani karşılıklı unsurlara sahip farklı varlıklar arasında olur. Tıpkı bir dişli çarkının girinti ve çıkıntılarının birbiri içine oturup hareketi devam ettirmesi gibi…

İlk bakışta kumsaldaki kum tanelerinin hepsinin eşit olduğunu düşünebiliriz. Ancak bir mercek altında incelediğimizde hepsinin ne kadar da farklı boyutlarda, farklı şekillerde ve hatta farklı renklerde olduğunu görürüz.

Okyanusa baktığımız zaman her dalganın bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu görürüz. Bir dalga diğer dalgalarla karşılaştırılabilir ve onun daha çok veya daha az güzel olduğunu, daha yüksek veya alçak olduğunu daha uzun veya daha kısa olduğunu söyleyebiliriz. Fakat dikkatli düşündüğümüzde bir dalganın sudan oluştuğunu görürüz. O bir dalganın hayatını yaşarken aynı zamanda suyun hayatını da yaşar.

Peki, biz neden birlikte yaşamalıyız?

Değişmez ve sarsılmaz bir yasayla her şey birbirine bağlıdır. Bir zen hikâyesinde şöyle denir: “Bir gün bir keşiş “Evrensel Düzen” hakkında konuşmasını yapmadan önce yoğurt yiyor ve yanındaki yardımcısına şöyle diyor. Şu tepedeki ineği görüyor musun? Benim yoğurdumu yapmak için ot yiyor ve ben de bu konuşmayı yapmak için yoğurt yiyorum.  Bir şekilde bu inek bugünkü “Evrensel Düzen” konuşmasını yapacak”

Evet, doğadaki her şey birbiriyle bir şekilde etkileşim içerisindedir. Ancak yine de her kalabalığın birlik oluşturmadığını anlamamız gerekir. Birlik uyumlu ve anlamlı varoluşun sonucudur.

Mesela, iyi bir müzik hepimizin hoşuna gidiyor Ya da herkesin sevdiği bir şarkı vardır. İşte o güzel beste, farklı seslerin, notaların ve farklı ölçekteki boşlukların, belli frekansların,  uyumlu bir şekilde bir araya gelmesinden doğar. Her birimiz son derece değerli ve anlamlı bir şekilde var olan farklı ölçekteki notalar gibiyiz. Ayrı ayrı olduğumuzda hayat gri ve sislidir. Çatışma ve didişmelerimizde kulağımızı rahatsız eden karanlık bir müzik çalar. Ancak herkes yaşamın içindeki doğru yerini bulabilir ve diğerleriyle olumlu ilişkiler kurabilirse, işte o zaman birlikte yaşamın muhteşem şarkısını dinleyebilirsiniz. Birlik bizim irademize, insanlara duyduğumuz sevgiye, uyuma ulaşmak için koyduğumuz çabaya ve bu amacı elde etme için geliştirmemiz gereken zekâmıza bağlıdır.

Tabii ki iyi bir birlikte yaşam için toplum içindeki bireylerin zihinsel ve ruhsal anlamda sağlıklı olmaları beklenir. Demek istiyorum ki bencil, kibirli, ayrımcı, yalancı, kindar insanların yerini cömert, alçak gönüllü, paylaşımcı ve dürüst insanların alması gerekir. O nedenle insanın kendi içindeki iyiyi aramaya başlamakta geç kalmaması gerekir. Konfüçyüs’ün dediği gibi; “İyi yaşamayı sonraya bırakan biri karşıya geçmek için önündeki nehrin akıp geçmesini bekledikten sonra bunu yapacağını söyleyen biri gibidir.”

Hayatı gelişi güzel bir şekilde yaşamak yerine vizyonumuzu zenginleştirmek için her gün bilincimizi genişletmek gerekir. “Hayatın genişliği uzunluğundan daha önemlidir.” der İbn-i Sina .

O nedenle önce kendi içimizdeki birliği sağlayarak, daha sonra ailemizdeki, ülkemizdeki ve tüm dünyadaki birliği destekleyeceğimiz sağlıklı günler dilerim.

ATAKAN TAMKAN

Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir