HACI BEKTAŞ-I VELİ

Hacı Bektaş-ı Veli, 13. yüzyılda Moğol istilası döneminde yaşamış bir tasavvuf bilginidir. Moğol istilası, yeryüzünün Orta Asya-Türkistan gibi Çin-Hint-İran-Arap gelenek ve mirasının karıştığı bölgeyle Babil-Asur-Arap mirasının karıştığı Irak toprağı ve antik Grek-Bizans mirasının karıştığı Anadolu toprakları arasında büyük kitleleri birbirine katarak, yeni kültürel karışımların oluşmasına imkân vermiştir. Bu koşullarda pek çok tasavvufi oluşum ortaya çıkmış, bu tasavvufi oluşumlar, Anadolu’dan Balkanlara kadar toplumun sosyal ve ahlaki inşasında en büyük görevi üstlenmişlerdir. Bu koşullarda Anadolu’da ortaya çıkan ve tasavvuf tarihindeki en hoşgörülü tarikat olarak geçen Bektaşilik, bütün insanlığı kucaklama niyeti taşıyan ruhsal oluşumlardan biridir. Bu oluşumun mimarı ise Horasanlı Türk, Hacı Bektaş-ı Velidir. 1

Hayatı

Hacı Bektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur. 1210-1270 yılları arasında yaşamıştır. Babası İbrahim Sani lakaplı Seyyid Muhammed b. Musa Sani, annesi ise bilgin bir kişi olan Şeyh Ahmet’in kızı Hatem Hatun’dur.

Eğitimli bir aileden gelen Hacı Bektaş, küçük yaşta Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Kur’an-ı Kerim’e, dini bilgilere ve batın ilmine vakıf olmuştur. Büyük bir mutasavvıf olan ve kendinden sonraki pek çok akımı etkileyen Ahmet Yesevi dergahından eğitim almıştır, onun fikirlerinden etkilenmiştir. Hocası Lokman Parende’dir. Onun gözetiminde aldığı eğitimden sonra, hocası onu öğretiyi Anadolu’da yayması için görevlendirir. Hacı Bektaş, 28 yaşında kendi dergahından çıkıp, Anadolu’ya doğru yola koyulur. Önce Mekke, Medine’ye gidip hacı olmuştur, sonra Halep, Elbistan, Sivas, Kayseri’den geçerek Nevşehir’e yerleşmiştir. Anadolu’ya geldiğinde 30 yaşındadır. 2

Hacı Bektaş Anadolu’ya geldiğinde toplumun sosyo-kültürel hayatına yön veren bazı zümreler vardı. Bunlar; Gaziyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum ve Abdalan-ı Rum’dur. Gaziyan-ı Rum; savaşa giden askerlerin eğitimi, ordu disiplini ve savaş stratejisi konularında uzmanlaşmıştı. Bacıyan-ı Rum, kadınlardan oluşan bir birlikti. Bu karışık dönemde, istilalar ve savaşlar sonucu öksüz ve yetim kalmış çocukların bakımı ve eğitimi ile ilgileniyordu. Bacıyan-ı Rum merkezleri, aşevi olarak da hizmet ediyordu. Ahiyan-ı Rum; usta ve zanaatkârlardan oluşan bir loncaydı. Orduya lojistik destek sağlıyorlardı. Abdalan-ı Rum’un görevi, bu üç zümreye de ait olan kişileri yetiştirmek, onlara yol göstermekti. Hacı Bektaş, Abdalan-ı Rum’un başıydı.

Ahilerin en kuvvetli oldukları yer Nevşehir’e komşu olan Kırşehir ve civarıydı. Ahilik’in piri Ahi Evren bu şehirde uzun süre yaşamış ve burada ölmüştü. Hacı Bektaş’ın öğrencisi olan Ahi Evren şöyle söylemiştir: “Kim bizi şeyh edinirse onun şeyhi Hacı Bektaş Hünkar’dır.” Gaziyan-ı Rum ve Bacıyan-ı Rum’un başındaki kişiler de hep Hacı Bektaş’ın öğrencileri olmuştur.

Hacı Bektaş’ın etkilediği kişilerden biri de, tasavvufun en büyük isimlerinden biri olan Yunus Emre’dir. Bektaşi bir derviş olan Yunus Emre’nin hocası Taptuk Emre; Barak Baba, Sarı Saltuk, Hacı Bektaş zincirinden gelmektedir. 3

Nevşehir’e gelince Hacı Bektaş bir dergâh kurmuş ve eğitim vermeye başlamıştır. Türkçe eserler yazan Hacı Bektaş’ın hitap ettiği kitle, köy ve kasabalarda yaşayan Türkmenlerdi. Aynı dönemde yaşayan ve eserlerini Farsça yazan Mevlana, İran etkisindeki Selçuklu sarayı ile ilişki içerisindeydi. Farsça bilen eğitimli kitleye, şehirde yaşayanlara hitap ediyordu. Köy ve kasabalarda yaşayanlar Hacı Bektaş düşüncesinden etkilenmişken, şehirde yaşayanlar genellikle Mevlevi düşünceyi benimsemiştir. 4

Hacı Bektaş-ı Veli mücerret (bekar) olarak göçmüş, çocuğu olmamıştır. Hacı Bektaş’ın bel evladı yoktur, nefes evladı vardır. Hacı Bektaş yoluna mensup olanlar anlamındadır. Bektaşilik, nefes evladı denen manevi varisler aracılığıyla devam etmiştir. 5

Bektaşilikte kadın dervişler ve dergâh yöneticisi kadınlar vardır. Hacı Bektaş, Bacıyan-ı Rum’un başındaki Hatun Ana’ya (Fatıma Ana olarak da bilinir) manevi emaneti teslim etmiştir, Hacı Bektaş’tan sonra dergâhın başına o geçmiştir. Dergâha kadınları da kabul etmesi ve kendisinden sonra dergâhı bir kadına emanet etmesiyle de Hacı Bektaş, diğer mutasavvıflardan büyük ölçüde ayrılır. 6

Hacı Bektaş, hayatının sonuna kadar Nevşehir’de kalmış ve kurduğu dergâhta eğitim vermeye devam etmiştir. Yetiştirdiği öğrenciler Anadolu’nun diğer şehirlerinde ve Balkanlarda dergâh açarak öğretinin yayılmasını sağlamıştır. Nevşehir’deki dergâh, bugün türbeye dönüştürülmüştür ve ziyarete açıktır.

Eserleri

Hacı Bektaş’ın, ileride ayrıntılarıyla açıklanacak öğretisini anlattığı en önemli eseri Makalat’tır. Kur’an ve Sünnet’ten kaynaklanan İslami düşünceyle, Türk töresinin mükemmel bir bileşimi olan Makalat, Kur’an ve Sünnet üzerine yapılmış bir Türkmen yorumudur. Buradaki düşünce, Kur’an ayetlerine ve hadislere dayandırılmıştır.

Fevaid, Vilayetname, Şerh-i Besmele gibi eserleri vardır. O dönemde Arapça bilen alimlerin eserlerini Arapça yazmaları zorunluydu. Yaşadığı dönem açısından Türkçe eser yazan tek alim Hacı Bektaş’tır.

Fevaid isimli eserinde Hacı Bektaş tasavvufu şöyle tanımlar: “Tasavvuf şudur ki kafanda ne varsa bırakırsın, elinde ne varsa verirsin.”

Vilayetname’de Hacı Bektaş, kendisini Hz. Ali’nin sırrı olarak takdim eder. Bektaşilikte Kur’an’ın ezoterik yönünün Hz. Ali tarafından korunduğuna inanılır. Tenasüh inancı da Vilayetname’de belirtilmiş ve Bektaşilik içinde işlenmiştir.

Besmele tefsiri olan Şerh-i Besmele’de ilahi merhamet konusunu işlemiştir. Allah’ın alemlerle ilişkisi merhamet üzeredir. Hadislerde besmelesiz başlanan işlerin sonuçsuz kalmaya mahkûm oldukları belirtilmektedir. Bunun anlamı, Besmelenin bilinçsizce kelime tekrarı değildir. Kastedilen şey, Müslümanın her an, her işte Allah’ın rahmeti üzerine olması gerektiğidir. Besmeleyi söyleyen kişi, yaptığı her şeyde merhametli olacağına dair Allah’a söz vermektedir. 1

Aynı zamanda eserleri; Hacı Bektaş’ın Tanrı, doğa ve insan düşüncesini yansıtır.

Tanrı, Doğa, İnsan Düşüncesi

Tanrı: Bazı tarikatlar Tanrının varlığını akılla kanıtlama, bazıları kalple sezgisel olarak açıklama yoluna gitmiştir. Hacı Bektaş’a göre Tanrının varlığı, kanıtlanması gereken bir konu olmaktan öte açık seçiktir. Kişi kendi eksiklikleri nedeniyle bunu açıkça göremeyebilir. O, kendisini doğada, insanda ve bütün varlıklarda gösterir.

Doğa: Hacı Bektaş’ta doğa kavramı alem olarak karşımıza çıkar. Hacı Bektaş’a göre bu alem, belli yasalara göre işler. Yaratıcı Kudret, sınırsız irade ve gücüyle her şeyi sonsuz ilminde planlayıp ortaya çıkarırken, bu dünya planında bir takım maddi sebepleri kullanmaktadır. Bu, Kur’an’ın ifadesiyle onun yolu, onun tarzıdır, buna sünnettullah denir. İnsan sünnetullahı bilmeli ve ona göre yaşamalıdır. Ona uymadığı zaman insan acı çeker.

“Ruh, can olarak kabul edilirse, alemde her zerrede can vardır. Cansızlarda çok uzun müddet varlığını korumak, nebatlarda büyümek ve üremek, canlılarda duymak ve hareket etmek suretiyle beliren bu kabiliyet; ruh-i cismani, ruh-i nebati, ruh-i hayvani adlarıyla anılır. Hayvanda bu üç ruh, nebatta ilk ikisi, cansızlarda ilki vardır. İnsanda ise üçüyle beraber idrak ve natıka (anlayış ve konuşma) suretiyle tecelli eden ruh-i insani vardır ki bu, ölümden sonra baki kalan, ahirete intikal eden Tanrı nefhidir.

Ruhun hareketi daireseldir, iniş (kavs-i nüzul) ve çıkış (kavs-i uruc) olmak üzere iki aşaması vardır. Kavs-i nüzulde mutlak olandan ayrılan ilahi nur, toprağa kadar iner. Buna mebde (başlangıç) denir. Bu ilahi nur, topraktan madene, oradan nebata, oradan hayvana, oradan insana geçer ve nihayet insanı kamili de dolaşarak tekrar aslı olana yükselir ki bu uruc (yükseliş) veya mead (son varış) adını alır.” 1

“Aşk dedikleri Allah ateşidir ki bütün alemi içine alır. O ateşin ocağı da erenlerin gönlüdür. Kişiyi aşktan alıkoyan tek engel dünya sevgisidir. Kalbini dünya sevgisiyle dolduranlar devamlı onu elde etmek için mücadele eder. Dünyaperestler hiçbir zaman ondan ayrılmazlar. Fakat dünyayı tam manasıyla elde etmek de mümkün değildir. Dünyayı zahmetle elde ederler, hasetle muhafaza ederler, hasretle ellerinden çıkarırlar. Dünya, Müslümanların birbirleriyle mücadele etmelerine değmeyecek kadar değersizdir. Değerli olan bir şey varsa o da, Allah ve Allah’ın yarattıklarına sevgi duymaktır. Kalpte duyulan Allah ve insan sevgisi davranışlara da sabır, tahammül, hoşgörü ve fedakarlık olarak yansır.” 2

İnsan: Hacı Bektaş-ı Veli’ye göre insan-evren-Tanrı bütünselliği, insanı dünya/evren vatandaşı kılar. “Bütün nesneler canla dirilir, can da marifetle kendini ve rabbini tanıma ile dirilir. Birinci cana cismani ruh denir, teni diri kılar, dikenin battığını hisseder. İkinci cana yaşama ruhu denir. Yer, içer, acıkır ve susuzluk hisseder. Üçüncü cana ruh-ı revan (gezen, dolaşan ruh) denir ki ten uyuyunca uyanır. Ölüm iki türlüdür. Bazılarının canı, bazılarının da teni ölür. Canları ölenlerin tenleri hayatta, yaralı, gönülleri hastadır. Tenleri ölüp de canları ölmeyen aşıklardır.” 1

Bektaşi ahlakının temelinde insana saygı yatar. İnsan, Allah’ın bu alemdeki en büyük tecellisi olarak saygındır. Ona saygı, ibadetin özü, esasıdır. İnsanı incitmeme Bektaşilikte çok önemli olduğu için Bektaşilere zümre-i nazenin yani çok ince, çok hassas insanlar topluluğu denmiştir. Onlar bu tavrı bütün canlılara karşı korumuştur. Can taşıyan mahluku incitmeme, temel prensipleridir. 1

Hacı Bektaş, iyi insan ve kötü insan ayrımı yapmaz. Ona göre, eylemi iyi insan ve eylemi kötü insan vardır. İnsanları kötü eylemlerden arındırmak için eğitim verilir.

Hacı Bektaş Veli, eğitim açısından insanları ikiye ayırır: er kişi ve ham kişi. Er kişi eğitilmiş kişidir, eren sözü bu kavramdan türer. Erenler, eğitilmiş kişilerdir. Ham kişiyi de ikiye ayırır: eğitim alacaklar, eğitim alamayacaklar. Eğitim alanlar; uyanmış, Tanrıyı bilen anlamında “Allah’a agah olanlar” olarak adlandırılırken; eğitim alamayacak olanlar uyanmamış, Tanrıyı bilmeyen anlamında “Allah’a nadan olanlar” olarak adlandırılır.

Bektaşilikte eğitim, kişinin davranışlarına yansımalıdır. Bu durum, kamil insan yaratmanın yolunu açar. Yapılmaya çalışılan şey, kötülüğün zihinden çıkarılmasıdır. Nefse karşı yapılan savaş, en büyük savaştır. Öğreti, kişinin bir gün önceki halinden daha iyi olmasını zorunlu kılar. Hoşgörü, en önemli ahlak kurallarından biridir. Hacı Bektaş’ın “İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır” sözünü temel alan Bektaşi edebiyatı ve mizahı, hoşgörü anlayışını işler.

Bektaşi eğitiminde kâmil insandan yola çıkılarak kâmil toplum yaratılmaya çalışılır. Eğitimin zahiri ve batıni olmak üzere iki yönü vardır. Zahiri yön halka, batıni yön Hakk’a yöneliktir. 2

Öğretisi  

Türk toplumu üzerinde derin izler bırakmış bu Türkmen şeyhinin hayatını şekillendiren düşünce, Türk kültürü ve Kur’an mesajının bir sentezidir. Aslolan kişinin ahlaki gelişimini tamamlayıp, Allah’a ulaşmasıdır. Bunun yolu da Hacı Bektaş’a göre dört kapı kırk makamdan geçer. Bu düşünceyi Kur’an ve sünnete dayandırarak Makalat’ta sistemleştiren Hacı Bektaş’a göre, bu makamlardan birisi eksik olunca hakikat tamam olamaz. Bir sonraki makam, bir öncekini daima beraberinde taşır. Hacı Bektaş’a göre üst makama çıkan, sorumluluğu azalan değil, tersine çoğalan insandır.

Bu öğretideki dört kapı; Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapılarıdır. Her kapı on makamdan oluşur. Makamlar, takipçinin olgunluk aşamasını temsil eder.

Şeriat Kapısı

Hacı Bektaş şeriat kavmini Abidler (her şeyi ibadetten bekleyenler) olarak isimlendirir. Bu kimseler ibadetlerin şart, fakat yeterli olmadığını bilmezler. Bunun ötesine geçemezler. Hacı Bektaş’a göre “Bunlar avam topluluğudur. Halleri birbirlerini incitmektir. Kibir, haset, kin, düşmanlık, cimrilik, bunlarda bakidir.” Şeriat kavmi rüzgâr yaranıdır. 1

1)İman: Tanrının birliğine, meleklerine, peygamberlerine inanmaktır. İman davranışa dönüktür. İmanın eylemlere yansıması, kâmil insana ulaşmanın şartıdır. Hacı Bektaş, imanla eylem arasında tam bir bağ görür. Ona göre iman edip de eylemde bulunmayan, iman etmemiş sayılır.

2)İlim öğrenmek: Fıkıh, kelam, tefsir gibi ilimleri öğrenmektir.

3)İbadet etmek: Namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hacca gitmek. Burada amaç Tanrıya yakın olmak, onu içinde gönlünde hissetmektir.

4)Helal kazanmak: Hayatını yasal yollardan kazanmaktır. Gönlünü, beynini yıkıcı düşüncelerle doldurmamaktır.

5)Nikah kıymak: Evlilik dışı ilişkilerde bulunmamaktır. Bektaşilikte tek eşlilik esastır.

6)Çevreye zarar vermeme: Çevreyi kirletmemektir. Hiçbir şeyin nedensiz, işlevsiz oluşturulmadığı kanısıyla tüm canlı cansız varlıkları, doğayı, doğal dengeyi korumaktır.

7)Sünnet ve cemaat ehlinden olmak: Hz. Muhammed’in söz, davranış ve uygulamalarını kabullenmektir.

8)Şefkatli olmak: Sadece insanlarla değil, bütün yaratılmışlarla kardeş olmak, onları Tanrı emaneti bilip korumaktır.

9)Temiz yemek ve temiz giyinmek: Kuran’ın izin verdiği şeyleri yemek, temizliğe özen göstermektir.

10)İyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak: Tanrı buyruklarına uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Tanrıya yaklaşmak ve sürekli bu tür bir çaba içerisinde olmaktır. 2

Tarikat Kapısı

Yolun kuralları, ilkeleri bu aşamada öğrenilir, yola girilir. Tarikat kavmi bu dünyada kendilerini bilerek yakan kişilerdir. Bunlar ateş kavmidir. Sürekli olarak Allah’ı zikir halindedirler. Kendilerini insanlık için faaliyete sokmuş, bütün gayret ve mülkünü bu uğurda harcamış, kendilerini insanlık için yakmış olan ruhlardır.

Tarikata girmek isteyen takipçi, hocanın karşısında diz çöküp söz verir: “Fani olan her şeyden, dünya şehvet ve uğraşından, Allah’a yaklaşmaya engel olacak her şeyden uzak kalmaya söz veriyorum” der.

Bunun ardından hoca şunu söyler: “Erenler meydanında, pir huzurunda mürşidine teslim oldun mu? O halde, haram yeme, yalan söyleme, zina yapma. Elinle koymadığın (sana ait olmayan) şeyi alma. Gözünle her gördüğünü söyleme. Bildiğini bilme, işittiğini söyleme.” Bunun ardından Kur’an’ın teslimiyetle ilgili ayetlerinden bir kısmı okunur. Sonra hoca devam eder: “Hak dediğimizi hak bilip, batıl dediğimizi batıl tanıdın mı? Yolundan saparsan, mahşer günü Hak huzurunda yüzün kara olsun mu? Rehberini, mürşidini bildin mi? Hazreti Peygamberin sevdiğini sevip tevella, sevmediğini sevmeyip teberra ettin mi? Eğer bu sözünden dönersen Mahşer günü yüzün kara olsun mu? Allah, Muhammed, Ali, seni sözünde sabit kadem eyleye. Hu…” Bunları dinleyen takipçi, sorulara olumlu cevap verir. 7

Bu sözün verilmesi Bektaşilerin en büyük bayramı olarak bilinen 21 Mart’ta gerçekleşir. Büyük bir coşkuyla doğaya çıkılır, şiirler okunur, kutlamalar yapılır. Bektaşiliğe göre 21 Mart, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ilan ettiği gündür.

Ahde vefasızlık denen, verilen sözün tutulmaması, Bektaşiliğe göre büyük bir ahlak bozukluğunun göstergesidir. Ahde vefanın ilk anlamı hocaya verilen söze sadakattir. Bu ahdini bozanlara düşkün denir. Düşkünlere çeşitli bireysel ve toplumsal yaptırımlar uygulanır. En büyük ceza, düşkünün yalnızlığa ve ilgisizliğe terk edilmesidir. 1

1)Pirden el alıp tövbe etmek: Bir mürşide bağlanmak, kötülükten uzak durmaktır.

2)Mürit olmak: Mürşitten eğitim alma isteğinde olmak, verilen eğitimi özümseyebilmek için içtenlikle çalışmaktır.

3)Saç kesmek: Sembolik bir isimlendirmedir. Kemer kuşanmak, teslim taşı takmak gibi yola özgü giysileri giyip, takıları takmak, böylece ayıpları örtücü olmaktır.

4)Nefs savaşında (mücahide etmek) olgunlaşmak, pişmek: Mücahide nefs arzularının aksi yönünde hareket etmek anlamına gelir. Nefsin arzularına uyan kişi, cehennem ateşinin odunu olur. Tasavvuf düşüncesinde nefs, insanın en büyük düşmanıdır ve Allah’a ulaşmak isteyen kişi, onunla mücadele etmek zorundadır. Bu aynı zamanda, erdemlere ulaşma yolunda bir eğitimdir.

5)Hizmet etmek: Kendini insanların mutluluğuna adamak, bunun için her türlü özveriye katlanmaya hazır olmaktır.

6)Havf yani Allah’tan korkmak: Tanrı yolunda yürürken yanlış bir adım atmaktan kaçınmak ve Tanrının bir yansıması olarak algılanan doğaya, insana kötülük getirecek eylemlerden sakınmaktır.

7)Ümit etmek: Kutsal gerçeğe bir gün kavuşulacağı umudunu taşımak, bunu hiç yitirmemek, haklının haksızı yeneceğine inanmak, bu inancı canlı tutmaktır.

8)Hırka, zembil, makas, seccade, subha (yüz taneli tespih), ibrat (iğne) ve asa: Hırka alma; tanrısal niteliklere bürünmek, kutsallık kazanmaktır. Zembil alma; irfan arayıcısı olmak, evrenin sırlarını kavramaya çalışmak, gönül yoluyla sezgisel olarak bilgi edinmektir. Makas alma; ahlaki olmayan şeylerden uzaklaşmaktır. Seccade; her zaman ve her yerde Tanrı yansımalarının önünde olduğunu bilmek, insana büyük bir saygı ve sevgi beslemektir. İbret alma; her şeyde Tanrının bir hikmeti olduğunu anlamaktır.

9)Nimet dağıtma (Makam sahibi, cemaat sahibi, nasihat sahibi ve muhabbet sahibi olmak) : Makam sahibi olmak; ruhsal bakımdan belli bir olgunluk seviyesine ulaşmış olmaktır. Makam, yolcunun ruhsal açıdan ulaştığı olgunluk seviyesini simgeler. Cemiyet sahibi olmak; yolda yürüme isteğine sahip olmaktır. Nasihat sahibi olmak; yol kurallarını anlatacak bilgi ve beceriye sahip olmaktır. Muhabbet sahibi olmak; Tanrıya, yolun büyüklerine, yol uğrunda yapılan bir eyleme gönülden sevgi ve bağlılık duymaktır.

Bu aşamada takipçi, eğitim vermeye ve kendi takipçilerine sahip olmaya layık olduğunu kanıtlar. Mürşit olanlara dergâhın piri şöyle der: “Mum gibi dimdik ol, yan! Çevrene ışık vererek erimenin zevkine var.”8

Bektaşiler mürşidin ruhsal erginlik yanında beden kusursuzluğuna da sahip bulunmasını şart koşar. Doğuştan engelliler mürit olarak kabul edilmez. Sonradan meydana gelmiş beden kusurları mürit olmayı engellemez fakat mürşit olmayı engeller. Bektaşiliğin bu bakışında reenkarnasyon anlayışı vardır. Bu anlayış, günahsız bir insanın doğuştan kusurlu olmasını Allah’ın adaletine yakıştırmaz. Özürlü doğanlar, daha önceki hayatlarında işledikleri günahların bir sonucu olarak bu şekilde dünyaya gelmektedir.

Ruhsal ve bedensel mükemmelliği temsil eden mürşit, kişiyi sonsuzluğa, ruhsal dünyaya doğuşa hazırlayan erdir. Mürşide erkekse baba, kadınsa ana diye hitap edilir. Onun hakkı, ölümlü dünyaya doğuşumuza sebep olan ana babanın hakkından çok daha üstündür. 1

10)Aşk, şevk, sefa ve fakirlik: Aşka erme; tanrısal varlığı sevme, sevilenle bir olma, seveni yok yalnızca sevileni var etmektir. Şevke erme; Tanrı sevgisinden kaynaklanan coşkuyu hissetmektir. Özünü fakir görme; Tanrı uğruna dünyasal varlıklardan vazgeçme, benin geçici isteklerine kanmama, tanrısal varlık karşısında büyüklük taslamamadır. 2

Marifet Kapısı

Bu aşamada olanlara arif denir. Su kavmidir. Hem saf, hem saflaştırıcı insanlardır.

Hacı Bektaş er, arif, Tanrı dostu gibi deyimlerle mükemmel insan tipini tanıtır. Kamil insan her şeyden önce, gönül dünyası kirlerden arınmış insandır. Hacı Bektaş, mükemmel insan olma yolunda dış görünüşe hiçbir değer atfetmemektedir. Sözlerimizin, giysilerimizin, unvanlarımızın gerçekte hiçbir değeri yoktur. Yaratıcı katında unvanımız, gönül şehrimizin temizliğine göre belirlenecektir.

Hacı Bektaş şöyle der: “Şeriat mertebesinde giysi ve bedene pislik değse, suyla yıkanması halinde hem giysi temizlenir hem beden. Ama tarikat mertebesinde su ile ne ten arınır ne de giysi. Çünkü arifler katında yıkayanı arı olmayan şeyin kendisi de arınmaz. Kişinin pisliğine sebep, içinde şeytan fiili taşımasıdır. Ariflerin aslı sudandır ve arifin içinde pis nesne barınamaz.”

Bektaşi ahlakı, cennette mertebe almaya yönelik ibadet çokluğuna değil, hizmet ve sevgiyi yaşatmak için temiz ve gönlü zengin insan yaratmaya yöneliktir. Bu ahlak, şekilselliğe hiç değer vermez. Önemli olan ruhtur, erdemdir. Bu değerleri taşıyan insan cennet yatırımından çok, insana saygı üzerine titrer. Bunu gerçekleştirecek insan ise her şeyden önce içini temiz tutan insandır.

Kirlenme, insanın taşıdığı emanete ihanet etmektir, Bektaşiler bunu yedi kapıya ihanet olarak adlandırır. El, ayak, göz, kulak, dil, burun (nefes) ve şehvet olarak nitelendirilen bu yedi emanet kapısı kötü huylara giden yollara açılır. Cehennemin yedi kapısı, bu yedi emanet üzerine inşa edilmiştir. İnsan aldığı emaneti korumalı, onunla kötülüğe değil iyiliğe ulaşmalıdır. Onlara söz geçirebilmeli, onların tutsağı olmamalıdır. 8

1)Edep: Eline, diline, beline sahip olmaktır.

Bu aşamada, dünya nimetlerinden el etek çekilir. Bilinci bu aşamada olan kişiler şöyle tarif edilir: “Bu dünyaya sırt çevirmiş ve uzleti seçmiş kişilerdir. Bunların ellerinden bütün dünyayı alsalar gam çekmezler, Allah’a olan sevgilerinin verdiği manevi zevk ve coşkunluk onların kederlenmesini önler. Öfkelenen, yerinen manen pis demektir. İnsanların övgüsüne meyli olan, niyet ve gayesi basit kişidir ve böyle olanlar Allah önünde perdelenmişlerdir. Niyet ve gayenin yüceliği ise iman ve sevginin yüceliğini gösterir.” 1

2)Korku: Bencillik ve kinden korkmak ve uzak durmaktır. Bulunduğu makamdan düşme endişesinden korkmayı, özünü bencillikten uzak tutmayı içerir. Kişi, kendisini gözlemleyerek eksikliklerini saptamalıdır.

3)Perhizkârlık: Ölçülü olmak, hiçbir şeyde aşırıya kaçmamaktır. Ulaşılan manevi aşamanın verdiği sarhoşluktan korunmaktır.

4)Sabır ve kanaat: Tanrıdan başkasına yakınmamak, kutsal gerçeğe giderken aceleci olmamak, hocanın verdiği kadarıyla yetinmek, nefsine uyup hocadan kaldıramayacağı isteklerde bulunmamaktır.

5)Utanmak: Kınanma, ayıplanma endişesiyle bir şeyi yapmaktan veya yapmamaktan utanmaktır. Övgülere ve yergilere karşı kayıtsız olmaktır.

6)Cömertlik: Bilgisini layık olandan esirgememek, bunu ibadetin bir gereği olarak algılamak ve bu yolla kendisini arındırmaktır.

7)İlim: Hz. Muhammed’in “Kendini bilen Rabbini bilir” sözünün bilincine ermektir. Kendini bilen kişi, Rabbi’nin bakiliğini arar, geçici şeylerle ilgilenmez.

8)Miskinlik: Kişinin kendisine hiçbir varlık tanımaması, teslim olması, uzlaşması, yola, yolun kurallarına tam olarak uyması ve bağlanmasıdır.

9)Marifet (Arif olma): Tanrının gönül bilgisi yoluyla kendi özünü bilmektir.

10)Kendini bilmek: Küçük evren “alem-i asgar” olarak algılanan insanı tanımak, bu yolla büyük evren “alem-i ekber” olarak algılanan alemin farkına varmaktır. Böylece Tanrının bütün sıfatlarının insanda ortaya çıktığının ayrımına ermektir. 2

Hakikat Kapısı

Hakikat bir ilham makamıdır. İlham doğrudan Tanrı vergisi olarak kalpte, gönülde doğan sezgi ve bilgidir. İlham yalnızca arınmış gönüllere iner. Hakk’ı görme, sonsuzlaşma bu evrede gerçekleşir. Hakk’tan halka inilir.

Bunlar toprak kavmidir. Kamil insanı temsil ederler. Toprak, mütevazı olmayı, kimseye üstünlük taslamamayı simgeler. Hacı Bektaş, Allah ile beraberliğin farkında olmaya münacaat adını verir. Bu seviyede olanlar münacaatı gerçekleştirmiş olan kişilerdir. Hz. Muhammed’in “Bir saatlik tefekkür, yetmiş yıllık ibadetten üstündür” sözü üzerine sürekli tefekkür halindedirler.

Hacı Bektaş bu en ileri makamı dervişlik olarak anmaktadır. “Dervişlik ezeli mutluluktur. Dervişlik sonsuz hayattır. Kime dervişlik nasip olursa o, tükenmeyen rahatlığı elde etmiş olur.” Dervişe karşı yapılan, insanın Allah karşısındaki mertebesini gösterir. Hacı Bektaş; “Tanrı dostlarına inanmak, Allah’a imandandır” der. 1

1)Toprak olmak: Alçakgönüllü olmak, Tanrıdan gelen her şeyi hoşnutlukla karşılamaktır.

2)Yetmiş iki milleti ayıplamamak: Tüm insanları bir görmedir. İnsanlar arasında dil, din, ırk, mezhep ayrımı yapmamak ve hoşgörülü olmaktır.

3)Elinden geleni esirgememek: Verici olmak, elinden gelen bir hizmeti, yardımı esirgememektir.

4)Kimsenin ayıbını görmemek: İnsanların iyi yanlarını görmek, ayıplarını örtücü olmak, onları büyütmekten yaymaktan kaçınmaktır.

5)Tevhid anlayışında olmak: Bütün varlık türlerinin Tanrıda bir olduğuna inanmak, Tanrıdan başka varlık tanımamak, Tanrının görüntüsü durumundaki tüm canlı cansız varlıkları sevmek ve bunu bir ibadet olarak algılamaktır.

6)Vahdet-i Vücut anlayışında olma: Tanrıyla bir olmaktır.

7)Anlamı bilme, sırrı öğrenme: Sezgi yoluyla duyular üstü bilgiye ulaşmak, marifete ermek, batıni bilgiyi özümseyerek hakikate ermek, Hakk’ın örttüğü gizlediği şeylerin ayrımına varmak, sırra ermek, ulaştığı anlamı ve erdiği sırrı ehil olmayanlardan sakınmaktır.

8)Seyrü süluğunu tamamlama: Bu aşama, Tanrıdan halka dönmek olarak açıklanır.

9)Gerçeği gizlememe: Sohbette hakikat sırrını Hakk’tan halka taşımak, kâmil toplumu yaratmaya koyulmaktır.

10)Çalap Tanrıya ulaşmak: Tanrısal sırları ve tecellileri seyretmek, bu yolla tanrısal alemi görmek, her an Tanrı evi olarak algılanan gönülde Tanrı ile söyleşide bulunmak.

Dört kapı şu benzetmeyle de anlatılır: Şeriat aşamasındaki kişi için Kur’an bir kitaptır, tarikat aşamasında Kur’an konuşan bir pirdir, marifet aşamasında kişinin kendisi Kur’an olur, hakikat aşamasında kişi Kur’an-ı yazan, aktaran olur. 2

Kişi bu aşamaların her birinden geçerek sonunda Tanrıya varır, erdiği sırrı da diğerlerine öğretmeye başlar. Bektaşilik bu yolla kâmil insanı yaratmayı, kâmil insanlar yoluyla da kâmil toplumu yaratmayı hedeflemiştir.

Hacı Bektaş’ın dervişlere şu öğüdü, yüzyıllar sonra halen ilham vermeye devam etmektedir:

“Derviş! Doğru yola git, eğri yola gitme. Doğru yola gidene Veli derler, eğri yola gidene Deli derler. Hayırlı amel işle. Helal ye, gerçek söyle. Hatır yıkma, dünya için kaygı çekme. Hakkı batılı ayır, nefsini öldür. İlim tahsil et, vücudunu ıslah et. Biliyorum deme. Yetmiş iki taifeye bir nazarla bak. Hiçbir yaratığın canını incitme. Bildiğinin daha iyisini öğren, bilmediğini öğrenmeye çalış. Bildiğini çevrene öğret. Bilgin kişinin zekâtı, bilgisini başkalarına öğretmektir. Tanrı şüphede olanı sevmez, kibirde olanı sevmez. Şefkatte güneş gibi, cömertlikte su gibi, alçakgönüllülükte toprak gibi, yola teslimiyette ölü gibi, başkalarının ayıplarını örtmekte gece gibi ol.” 8

DUYGU ALKAN

KAYNAKLAR-DİPNOTLAR

  1. Yaşar Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşilik, 2013
  2. Nazım Soylu, Hacı Bektaş-ı Veli, 2016
  3. Mikail Bayram, Ahi Evren Kimdir, Türk Kültürü, 1978, sayı 191.
  4. Hasluck, F.V. Christianity and Islam under the Sultans, Oxford, 1929, 1/370-408
  5. Coşan, Makalat, s.XXIX.
  6. Aşıkpaşazade, Tarih-i Al-i Osman, s. 204-205.
  7. 7.A. Rifat, Mir’atül-Makasıd, s. 187-188
  8. 8.B. Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir, Ankara, 1987

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir