MİKROBİYOTA VE BESLENME

Vücudumuzda yaşayan ve insan hücresi olmayan, bedenimizi paylaşan, ortak yaşam süren hastalık yapan (patojen) mikroorganizmaların (bakteri, mantar, protozoa) oluşturduğu ekolojik topluluğa mikrobiyota, tüm bu mikroorganizmaların genetik yüklerinin dahil olduğu sisteme ise “mikrobiyom” denilmektedir. Başka bir ifadeyle mikrobiyota, tüm anatomik bölgelerde birlikte yaşayan bakteri, virüs, mantarlar dâhil olmak üzere tüm mikroorganizmalara verilen genel tanımdır (3).

Vücudumuzda yaklaşık 100 trilyon hücre bulunmaktadır ve yararlı bakteri sayısı da bunun 10 katını oluşturmaktadır. Vücudun deri, ağız, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bu bakterilere o bölgenin “florası” ya da “mikrobiyota”sı denilmektedir. Bağırsaktaki mikrobiyota, işlevi ve ağırlığı(1,5-2 kg) nedeniyle bir organ hatta 2. beyin olarak kabul edilmektedir.  70 kg’lık bir insan yaklaşık 1-2 kg’ı bakterilerden oluşmakta ve bu bakterilerin yaklaşık %90’ı ise bağırsaklarda yerleşmiş durumdadır. Sanal bir organ olarak kabul edilen bağırsak mikrobiyotasının metabolik ve immün sistem üzerine etkileri oldukça fazladır; immun sistemin %80’i bağırsak florasından karşılanmaktadır. Vücudumuzda 5×1010 immunoglobulin sentez yapan hücreler bulunmakla birlikte bağırsakta ise 8.5×1010 immun hücre bulunmaktadır; yani immünite açısından bağırsak inanılmaz işlevsel bir organdır. Normalde kommensal-ortak insan mikrobiyotasında 50 ayrı mikroorganizma topluluğu ve yaklaşık 500 bakteriyel çeşit bulunmaktadır (2, s.80, 8).

İnsan Mikrobiyom Projesinde, tüm insanlarda ortak bir mikrobiyota olduğu ve mikrobiyotanın %50’sinin bağırsak mikrobiyotasından oluştuğu belirlenmiştir. Geri kalan kısmının ise yaşanılan çevre, kültürel özellikler, genetik, beslenme, antibiyotik kullanımı, gıda katkı maddelerine maruz kalma gibi çevresel etkenlere göre değiştiği bildirilmektedir (6).

Beslenme ve mikrobiyota arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Mikrobiyotanın düzenlenmesine yönelik doğru beslenme önerilerinin geliştirilmesi ve beslenmenin farklı açılardan mikrobiyota üzerine etkilerini inceleyen ileri çalışmaların yapılması gerekmektedir. Tüm sağlık çalışanlarına ve özellikle annelere mikrobiyotanın önemi vurgulanmalıdır. Anne sütü kullanımı ve bunun teşvik edilmesi sağlıklı yaşam için gereklidir. Süt ve süt ürünleri; et, tavuk, balık, yumurta ve kuru baklagiller, sebze meyveler ve tahıllar olarak ele aldığımız dört temel besin grubunun gereksinime göre belirlenmiş yeterli miktarlarda ve dengeli olarak tüketilmesi, sağlıklı mikrobiyota için önerilmektedir. Anne sütünden sonra ilk tamamlayıcı besin yoğurttur. Sağlık yönünden çok faydası bulunan yoğurt probiyotik olarak sunulmakta, ancak konvansiyonel yoğurt probiyotik olarak kabul edilmemektedir. Piyasada satılan probiyotikli yoğurtlar için de soğuk zincir çok önemlidir. Besinler arasında tercih yapılırken, diyet karbonhidrat, yağ ve protein oranlarını dengeli tutacak, prebiyotik alımını arttıracak, doğal probiyotik alımına destek olacak ve fermente besinlerin tüketimini artıracak tercihlerin yapılması yararlı olacaktır. Gıda katkı maddelerinin mikrobiyota üzerine etkileri ile ilgili yapılan çalışmalarda katkı maddelerinin çoğunluğu olumsuz, az bir kısmı ise olumlu gibi görünen etkiler gösterdiği bildirilmiştir. Sağlıklı yaşlanma için de beslenme yetersizliği varsa tedavi edilmeli, diyet lif içermeli, kırsal tipte beslenmeli, gereksiz antibiyotik kullanmamalı ve lüzumu halinde probiyotik desteği sağlanmalıdır (2, s.102).

Beyin-bağırsak-mikrobiyota alanında son yıllarda çalışmalara ilgi artmıştır. Mikrobiyota ve sinir sistemi doğum öncesi ve sonrası dönemlerde birlikte geliştiğinden şizofreni, otizm, obezite, anksiyete, migren, depresyon gibi nöropsikiyatrik; Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıklar üzerinde mikrobiyotanın etkisi son zamanlarda yeniden değerlendirilmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının bozulması uzun vadede endokrin sisteminin bozulmasına ve kilo alımına da neden olmaktadır (2 s.103).

Beyin-bağırsak ekseni iletişimleri çift yönlü olup santral sinir sistemine bağlanan ve vagus-iç organları uyaran sinirlerini de kapsayan sempatik ve parasempatik sinirler ve enterik sinir sistemi (ESS) üzerinden gerçekleşir. ESS, bağırsakların hareketini, geçirgenliğini, elektrolit sekresyonu ve kan dolaşımını düzenler. ESS, otonom sinir sisteminden bağımsız reflekslere sahiptir. Enterik sinirler yemek borusundan başlayıp anüse kadar yerleşmiş sinir ağları oluştururlar. Böylece bağırsak lümenindeki mikrobiyota, bağırsak duvarı hücre tipleri ve santral sistemine kadar uzanan sinirler ile doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir (5).

Mikrobiyota gelişiminde, beslenme, fizyolojik ve hastalık durumu, çevresel ve kültürel faktörler, antibiyotik kullanımı, hijyen koşulları gibi bir takım faktörler rol oynamaktadır. Bağırsak mikrobiyomu, insan ve besin, patojenik organizmalar, toksinler gibi çevresel faktörler arasında çok sayıda metabolik faaliyette (sindirim, vitamin biyosentezi, davranışsal yanıt gibi) insana ortaklık etmektedir. Doğum şekli ve doğum sırasında aktarılan anneye ait mikrobiyom, bebeklik dönemindeki beslenme, yaşam alanı, sosyal etkileşim, antibiyotiklere maruz kalma, patojen ve parazit organizmalar mikrobiyom çeşitliliğini etkileyen çevresel etkenler olarak tespit edilmiştir. Mikrobiyotadaki değişikliklerin vücutta metabolizmayı, bağışıklığı ve hormon sistemini etkileyebileceği bunun da başta kanser, obezite, bağırsak hastalıkları, karaciğer yağlanması, depresyon, panik atak, kaygı bozuklukları, Parkinson, Alzheimer gibi birçok hastalığa yol açabileceği belirtilmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalarda beslenmenin mikrobiyotayı değiştirdiği, hatta genleri etkilediği de vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra obezitede artık kalori hesaplamalarından çok bağırsak mikrobiyotasının önemli olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle kilo kontrolünde “Mikrobiyota esaslı” kişiye uygun diyetlerin önerilmesi yararlıdır (6, s.6).

Gebeliğin ilk gününden, bebeğin ilk 2 yaş döneminde mikrobiyota üzerine etkili faktörlerin çocukluktan erişkinliğe belirleyici etkilerinin olduğu, tüm yaşam boyunca mikrobiyota üzerine etkili faktörlerin büyük bölümünün anne ile ilgili olduğu gösterilmiştir. Annenin gebelik dönemi, doğum şekli, emzirme ve diğer beslenme ilişkili faktörlerin mikrobiyota kompozisyonunda geçici ya da kalıcı değişiklikleri olduğu tanımlanmıştır. Bebeğin mikrobiyota gelişiminin anne karnında oluşmaya başladığı ilk gününden gebelik ile ilişkili faktörlerin ve amniyon sıvısı mikrobiyotasının etkileri ele alınmıştır (3). Mikrobiyota oluşumunda doğum şekli; Dominguez-Bello ve arkadaşları  (2010) tarafından yapıldığı bildirilen bir çalışmada, spontan vajinal yol ile doğan bebeklerde, annenin vajinal mikrobiyotasında bulunan Laktobasillerin, doğum sonrasında bebekte baskın olduğu, diğer baskın bakterilerinin ise Atopobium, Sneathia ve Prevotella olduğu gösterilmiştir. Sezaryen ile doğan bebeklerde ise mikrobiyota içeriğinden Laktobasillerin değil, Stafilokokların baskın bir mikrobiyota olduğu belirlenmiştir. Doğum şeklinin yanında, doğum sonrası anne sütü alımının da belirleyici olduğu gösterilmiştir. Martin ve arkadaşları çalışmalarında, intestinal mikrobiyota Bifidobacteria içeriğinin, spontan vajinal yol ile doğan ve anne sütü ile beslenen bebeklerde ilk 20 gün içerisinde oluştuğu, sezaryen ile doğan bebeklerde ise bu sürecin 6. aya kadar uzadığı bildirilmiştir. Doğum şeklinin etkisi değerlendirilirken annenin gebelik dönemi ve öncesinde vajinal mikrobiyota içeriğindeki Lactobacillus türü, annenin yaşı ve annenin gebelikte/doğumda antibiyotik kullanımının da akılda tutulması gerektiği belirtilmektedir.  Doğum şeklinin etkileri sadece bebeğin bağırsak mikrobiyotası üzerine değil nazofaringeal ve ağız mikrobiyotası üzerine de etkili olduğu ve sezaryen ile doğan bebeklerde etkilenen nazofaringeal mikrobiyotanın sık enfeksiyonlar ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Gebelik döneminde annenin mikrobiyotası üzerine etkili faktörler; annenin gebelik sırasında beslenmesi, gebe kalmadan önceki vücut kitle indeksi, annenin gebelikteki stres durumunun olumsuz etkileri olduğu gösterilmiştir (3,8).

Anne sütü ile beslenen bebeklerin başta üst ve alt solunumu yolu enfeksiyonu ve alerjik hastalıklar olmak üzere birçok hastalıktan; obezite, diyabet, lösemi gibi kronik ve ciddi hastalıklardan da korunabildiği vurgulanmaktadır. Anne sütü mikrobiyotası ile ilgili yapılan çalışmalar sonucunda, anne sütünün kendisine ait bir mikrobiyota içeriği olduğu, içeriğin de doğum şekli ve gestasyon haftasına göre farklılıkları olduğu bulunmuştur. Anne sütü ile beslenen bebeklerin intestinal mikrobiyota içeriğinde kısa süre içerisinde bifidobakteriler’in hâkim olduğu olduğu gösterilmiştir. Yaşamın ilk 6 ayında yalnız anne sütü alan bebeklerde, erişkinden çok farklı ama bebeğin ihtiyaçlarına yönelik olduğu gösterilmiştir. Ancak anne sütünün bu yararlı etkilerinin olabilmesi için annenin mikrobiyotasının da sağlıklı olması gereklidir. Özellikle yaşamın ilk 5 yılında, antibiyotik kullanımının ergenlik ve erişkin dönemde obezite ve inflamatuar bağırsak hastalıkları ile ilişkili olabileceği belirtilmektedir. Erken dönem mikrobiyota üzerine etkili olumsuz diğer faktörler arasında endüstriyel gıdaların yoğun tüketimi, sigara kullanımı, şehir yaşamı, ve aşırı hijyenik yaklaşımların olduğu saptanmıştır. Doğal yaşamla temas eden ve evde evcil hayvan besleyen çocuklarda  enfeksiyonlar ve alerjik hastalıkları sıklığının azaldığı ile ilgili olumlu sonuçlar da bildirilmektedir (3).

Bağırsak mikrobiyotasını etkileyen faktörlerde; çevresel faktörlerin başında diyet/beslenme şekli gelmektedir; diyetle mikrobiyota çok hızlı (48-72 saatte) değişmektedir. Probiyotikler (yararlı mikroorganizmalar) ve prebiyotikler (bağırsakta yararlı bakterileri arttıran gıdalar) besin katkısı olarak alındığında etkili olmaktadır. Yine ilaçlardan proton pompası inhibitörleri-mide koruyucular ve antibiyotikler çok ciddi zararlar verebilmektedir. Bunların dışında laksatifler, opioidler-uyuşturucu ilaçlar, non-steroid anti-inflamatuvar ilaçlar (NSAİİ)- yangıyı önleyen ağrı kesiciler de etkili olmaktadır (4).

Devam edecek…

Kaynaklar

  1. Nazlıkkul H. Duygusal Beyin: Bağırsak.8. Baskı, Destek Yayınları, İstanbul, 2016, s.67-96.
  2. Şahin K. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s:25-27, 93-95.
  3. Dinleyici EÇ. Hayatın Erken Döneminde Mikrobiyotanın Şekillenmesi. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 25-27.
  4. Karakan T. Bağırsak Mikrobiyotası: Genel Konseptler ve Tanımlar. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 23-24.
  5. Yıldırım Mikrobiyota-Beyin-Bağırsak Ekseni. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s.94-96.
  6. Besler HT. Adipoz Doku, Obezite ve Mikrobiyota İlişkisi. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 59-60.
  7. Demirel ZB. Beslenme ve Mikrobiyota. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, 37-42.
  8. https://www.medicalnewstoday.com/articles/307998.php#new-findings-on-the-microbiome-Kasım

DOÇ. DR. ADALET KUTLU

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir