GÜNLÜK HAYATTA TAİ CHİ CHUAN

Tai Chi Chuan, Çin’de ortaya çıkmış, bir savaş sanatıdır ve diğer savaş sanatlarından biraz farklı bir konumda bulunmaktadır. Çünkü Çin yogası, hareketli meditasyon olarak adlandırılmaktadır. Tai Chi Chuan’ın farklı stilleri mevcuttur. Ancak dünyada ve ülkemizde en yaygın olarak kullanılan tarzı Yang stil, daha çok sağlık açısından faydalı olan bir tarzdır. Savaş sanatlarının hüviyetine sahiptir ancak yavaş hareketler barındıran, içinde sertliğin olmadığı uygulamaları vardır. Bundan dolayı savaş sanatlarının daha çok felsefi doğasını çalışmaya imkân sağlayan bir uygulamadır.

Bu yazıda Tai Chi Chuan’ın felsefi doğasına, Philip Dunn’ın Barış Sanatı adlı kitabından notlar ile değinmeye çalışacağım.

“Allahabad kentinde Ganj Nehri’nin yanında oturan bir adam vardır. Güneş batmak üzeredir ve gün sona eriyordur. Başka bir adam Ganj’dan bağırır, “Kurtarın beni! Kurtarın beni!”
Nehrin yanında oturan adam kimseyi kurtarmakla ilgilenmez; çünkü çok yorgundur. Boğulan adamı kurtaracak başka birini bulma umuduyla etrafına bakar. Ama kimse yoktur ve sonunda kendisi atlamak zorunda kalır. Boğulmakta olan adam şişman ve ağır olduğundan bin bir güçlükle onu kıyıya getirir.
Bir şekilde suyun dışına çeker, ama boğulmak üzere olan adam çok sinirlidir: “Niye beni kurtardın?”
Onu kurtaran adam, “Yardım istiyordun; seni kurtarmam için bana sesleniyordun” der.
Şişman adam, “Ölmekten korkuyordum, ama intihar etmiştim.” der.
Adam onu tekrar Ganj’a iter. Ve sudaki adam tekrar bağırmaya başlar, “İmdat!”
Kıyıdaki adam, “Başka birinin gelmesini bekleyebilirsin. Burada oturup senin intihar etmeni seyredeceğim.” der.
Boğulan adam bağırır “Sen ne biçim adansın? Ölüyorum!”
Kıyıdaki yanıt verir “Öl! O senin sorunun!””

Hayatta gerçekten ne istediğimizin farkında olamayabiliyoruz. Ya da farkında olsak da, hayattan isteme şeklimizde sorunlar oluyor. Örnekteki adam, en temelde yaşamak istiyor. Sorsak muhtemelen birisiyle sohbet etmeye, para kazanmaya veya güvenebileceği bir şeyler bulmak gibi çeşitli şeylere ihtiyaç duyuyordur. Ancak bunları her şey ayağıma gelsin, ben bir şey yapmayayım da her şey değişsin tavrıyla istiyoruz veya bazen de istediğimiz sonuca gitmek için çabalarken aslında istemediğimiz durumun büyümesine neden oluyoruz. Örneğin kişinin paraya ihtiyacı varsa gidip kumar oynamaması gerekir. Ancak kolay para kazanmayı tercih edip, elinde kalan son parayı veya olmayanı bile kaybedebilir. Ne ile ne elde etmeye çalışıyoruz, farkına varmaya ihtiyaç vardır. Birileri benle ilgilensin isteyebiliriz, bunun için bizim de insanlarla ilgilenmemiz gerekir. Ancak genelde yaptığımız şey en sevdiklerimize bizimle ilgilenmiyor diye trip atmak oluyor. Sonra en yakınımızdakiler hikâyedeki adam gibi, öl o senin sorunun deyince hayata karşı tüm güvenimiz azalabiliyor.

Gerçekten ne istiyoruz, biraz fark etmeye ihtiyacımız var. Bunun için de insanın içindeki sesleri dinlemesi gerekir. Aklımıza gelen ilk fikirleri uygulamayı ne zaman bırakırsak, o zaman iç sesimizi duymaya yaklaşırız. Ancak heyecanlı bir şekilde veya çok mantıklı bir şekilde kişiliğimiz bize durumlar sunar ve bu ışıltılı teklifleri bizi bizden alır. Peki, bununla nasıl baş edilebilir?

“Yol temel bir anlayış içinde tüm insanlıkla birlikte yaşamaktır, böylece tehlike önemini yitirir ve kimse yaşamdan ya da ölümden korkmaz.
Yolun farkında olun. Onu bilenler mutlu; bilmeyenler ise mutsuz olacaktır.”

Yolun farkında olmak. Peki, yol nedir? Tao, Dharma veya Maat denilen bu yol nedir? Bu konuda fikrimiz elbette var. Ancak yaşarken hangisinin, doğru dediğimiz yol olduğunu nereden bileceğiz?

Kendimizi gözlemlemeye ihtiyacımız var. Hayatın hızlı akışı içerisinde sakinleyecek zaman bulamayabiliriz. Ancak bulamadıkça içinde bulunduğumuz durum daha da zorlaşacak. O yüzden 5 dakika etraftaki sesleri dinlemeye odaklanmak veya bize ilham veren bir klasik müzik dinlemek veya her şeyi bırakıp gökyüzüne bakmak gibi pek çok sade şey yapabiliriz. 5 dakikada içerideki fırtınanın sesini susturamayız ancak ne fırtınalar kopuyor onun farkına varabiliriz. Eğer dışarıdan bir gözlemciye dönüşünceye kadar bekleyebilirsek, bizim için bir fırsat kapısı açılacaktır. Neyi yapmamız gerektiği netleşmeye başlayacaktır. Çünkü kişiliğin seslerini duymaya başlayacağız.

Ama “bunu bunu” yapmazsam şöyle der, böyle davranır gibi bahaneleri, “ona çok kırıldım”, ”nasıl olur bana bunu der” gibi kibir söylemleri ve duygu dalgalanmalarını daha net görebiliriz.

Hani bir laf var ya “Kaptanın ustalığı fırtınalı denizde belli olur.” işte şimdi öğrendiklerimizi uygulama zamanıdır. Sorunları çözmede ne kadar az mücadele edersek, yani kişilikle hareket etmezsek, o kadar çabuk sonuca ulaşırız. Yanlış veya eksik yaptığımız şeyler için birileri bize kızgınsa, yaptığımız eksikliği kabul etmemiz gerekir. Kendimizi haklı çıkarmayı ne kadar sevsek de eğer aynı durumda biz olsaydık, bize nasıl davranılmasını isterdik? “En azından affedersin dense yeterdi” diyeceğimiz durumda, biz neden bahane üretiyoruz?

Veya yapamayacağımız sözler verip, sonra sözlerin altında eziliyoruz. Evet, her şeyi yapacak güce sahibiz, ama o kadar zamanımız gerçekten var mı? Bu örneğe başka bir açıdan bakalım. Yemek yiyeceğiz ve masada ne arasak var. Bir kuş sütü eksik ve her şey sınırsız. Ne kadar yemek yiyebiliriz? Midemiz dolana kadar. Dolduktan sonra yerimiz kalmaz ve artık yeter deriz. Aynı şeyi aldığımız sorumluluklar için de yapmamız gerekmez mi? Sorumluluklarımızı yerine getiremememiz, şu an neler yapıyorum ve daha fazla neler yapabilirimi bilmediğimizdendir.

“Önce kendi kendileriyle yüzleşenler, yanıtları bekleyenler, rahatlayacak ve sevecekler. Kendini bilmekten kaçınan ve başkalarını suçlayanlar bitkin düşecek ve nefret edecekler.”

Önce kendimizle yüzleşmek gerekir, yüzleşmediğimiz her an gücümüz tükenecektir. Sorunlar gözümüzde dağ gibi büyüyecektir. Bir aynadan, ne görüyorsa onu yansıtmasını isteriz. Ancak aynadan, ayna karşısında şarkı söyleyince sesimizi güzel duymamızı sağlamasını isteyemeyiz. Kendimizden beklentilerimiz için de aynı şey geçerlidir. Biz kendimizin ne kadar farkındayız? Neleri yapıp neleri yapamayacağımızın ne kadar farkındayız?

Hayatın akıntılı denizinde çok hızlı yüzeriz veya istediğimiz hedefe kolay bir şekilde varırız. Ancak sorun şudur ki, bu akıntı içinde hedefimize ulaşınca durup kıyıya çıkmamız mümkün olmayacaktır. Hayatın akışı durduğunda ise ne kadar çaba harcarsak harcayalım, olduğumuz yerde kalacağız. Yüzen bize ne oldu? Hedefine varana, hayatı hızlı yaşayana, sadece istediği şeyleri yapan bana ne oldu? Kendimizi eşsiz ve özel zannetmemek, oldum ve öldüm dememek gerekir. Durumlar değişir. Hayat akmaya devam eder. Ne dalgalar arasında boğulmalı ne de durgun suda hareketsiz kalmalıyız. Emin adımlarla dünden iyi olmaya çabalamamız gerekir.

“Kraliçe Alice’e reçel ikram eder, ama Alice reçeli hak etmediğini söyler.”
“Çok güzel bir reçel,” der Kraliçe.
“Şey, nasıl olursa olsun, bugün hiç reçel istemiyorum.”
“Zaten isteseydin de alamazdın,” der Kraliçe. “Kural, yarın reçel ve dün reçel, ama asla bugün reçel değil.”
“Ama sıra bazen ‘bugün reçel’ e de gelmeli” diye itiraz eder Alice.
“Hayır, gelemez” der Kraliçe. “Kural, her başka gün reçel; bugün başka bir gün değil, biliyorsun.”

Sadece şu an var. Anımızı en iyi şekilde yaşamak için içimizde konuşan sesleri tanımaya ihtiyacımız var. Hızlı hareket etmeye değil, doğru ve etkin hareket etmeye ihtiyaç var. Endişelere kapılıp eyvah onu da bunu da yapmalıyıma değil, şu an yapılması gereken ne varsa onu yapmaya ihtiyacımız var.

Şu an dediğimiz ise sakin ve sade olandır. Bir saate bakacak olursak o kadar yavaş hareket eder ki, hiç acelesi yoktur. Zaman bu şekilde akar gider. Ancak bizler için su gibi akmaktadır sanki. Ya saat bozuk ya da bakış açımız doğru değil. Eğer hayatın akışına ayak uydurursak, yetişemeyecek, ulaşılamayacak, yapılamayacak bir şey olabilir mi? Güneş acele eder mi? Toprak acele eder mi? Meyve ağacı acele eder mi? Ya da tüm bunlar zaman geçsin diye bekler mi? O hâlde biz niye bu şekilde yaşamıyoruz?

“Yıllarca tanıdık alışkanlıklarınla yaşadığını unutma ve onlarla uğraşırken çok katı ya da hızlı davranma. Esneklik ve merhametin ustası ol.”

Alışkanlıklarımız bize yardımcı olmaz. Sadece alışagelmiş şekilde hareket etme eğilimimize yardımı dokunur. Alışılagelmiş davranışlarımız gerçekten yerinde ve doğru olsaydı, hayatta ne acı çekerdik ne kederlenirdik ne kendimizi yalnız hissederdik ne de mutsuz hissederdik. O zaman alışkanlıkları değiştirme zamanı geldi. Sakin, emin ve etkin adımlarla hareket etmeliyiz. Her gün, her an ve her seçimde bizim karar vermemiz gerekiyor. Alışkanlıklarımızın değil.

Sinirli miyiz? 5 dakika sonra sakinleşince de aynı tepkiyi veriyorsak, onu yapabiliriz. Kendimizi yalnız mı hissediyoruz, o zaman en yakın arkadaşımıza veya herhangi bir arkadaşımıza telefon ettikten sonra bir daha düşünebiliriz. Neye ihtiyaç duyuyorsak onu, o an doğru bir şekilde gerçekleştirmek gerekiyor. Birisi bizi üzdüyse, üzüldüğümüzü uygun bir dille anlatmaya ihtiyacımız var. “Bu davranışından dolayı üzüldüm, hâlbuki ben senden şu şekilde bir şey beklemiştim” dersek, karşımızdaki kendisinden ne beklenildiğini bildiği için ona göre konuşabilir ve sorunu çözebiliriz.

“Huzurlu mücadelelerde, kendini bilmek ve iç bilinçlilik, ruhu tüketmekten çok korur. Ruh korunup saygı gördüğünde, kalp de korunur ve saygı görür. Kalp korunup saygı gördüğünde ve sağlıklı tutulduğunda, beden de sağlıklı olur. Beden korunup saygı gördüğünde, zihin de korunur ve saygı görür.”

Tüm bahsettiklerimizi uygulamak için Tai Chi Chuan yapmak, bizlere yardımcı olacaktır. Çünkü yavaş hareket ederek ve nefesimizin gücünü kullanarak, olaylar karşısında daha sakin olacağız. Bedenimiz daha çabuk sakinleştiği için, kararlarımız daha az tepkisel olacak. Daha az tepkisel yaşamak daha az sorun getirecek ve tüm bunların ışığında daha huzurlu bir hayatımız olması için bir fırsat yakalayacağız.

ILGIN ADIGÜZEL