AKLIMIZ “HAVADA” GÖZÜMÜZ “UZAYDA”

İnsan canlısı bildiğimiz kadarıyla kendi varlığını ve sebebini sorgulayabilen tek canlı. Neden varız? Bu soru sorulduğunda arkasından “evren neden var?” sorusunun sorulması da kaçınılmaz oluyor hâliyle. Ne de olsa bütünün yasası, parçaların içerisinde gizliydi. Kendini tanımak evreni tanımak, evreni tanımak da kendimizi tanımak demekti. Bunu bilen insanlık yüzünü gökyüzüne çevirmiştir. Evren neden var sorusu da bizi evrende neler var sorusuna götürüyor kaçınılmaz olarak. İşte astronomi de böyle doğuyor dersek yanlış olmaz.

Varoluşsal sorulara cevap arayan insan “göz”lem yapmaya başlıyor. Doğal bir mercekler sistemi olan ‘göz’ aslında ilk teleskoptur. Işık kirliliği olmayan yıllarda “kadim” toplumlar tarafından kullanılan bu ilk teleskop, göz kadar keskin bir görüntü sağlayan matematik ve mantıkla birlikte astronomi disiplinini beslemeye başlıyor. Sümer, Babil, antik Mısır ve Yunan gibi astronomide ilerlemiş medeniyetlerde de mercek yapım bilgisinin var olduğu ve o zamanlarda astronominin bu kadar ilerlemesinin bu medeniyetlerde de teleskobun var olmasından ötürü olduğuna dair görüşler vardır. Bu görüş bir kenarda dursun, şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki uzay çalışmalarının başarısı ile insanın kendi varlığına verdiği cevabın hakikate yaklaşması arasında bir ilgileşim (korelasyon) var. İnsan canlısı teleskobu bulmadan da sahip olduğu gizil yeteneklerle bağ kurduğu ölçüde uzayın derinliklerine yolculuk yapabilir. Ne de olsa insan hâli hazırda kocaman bir evren.

Gezegenlerin, yıldızların, uyduların ve diğer gök cisimlerinin varlıklarını, benzerliklerini ve farklılıklarını keşfetmeye başlayan insan ve insanlık, hâliyle kendini keşfetme macerasını da birlikte devam ettiriyor. Doğanın, evrenin hakikatlerini keşfeden toplumlar Orta Çağ karanlığından kurtuluyor. Dünya’nın düz olmadığı, Güneş’in merkezinde döndüğü gibi gerçeklerle o dönem insanlık aydınlandı. Acaba bugün de uzaya gönderilen gelişmiş teleskoplar da içinden geçtiğimiz Orta Çağ karanlığından bizi çıkarabilecek bir ışık olabilir mi? Endüstri devriminden sonra 19. ve.20 yüzyıllarda ve içinde bulunduğumuz 21. yy’da evrenin derinliklerine hızla inmeye devam ediliyor. Peki, bu gelişmeler insanın kendini tanıma, varlığını anlamlandırma yolunda ne derece katkı sağlıyor?

Bir gözlükçü olan Hans Lippershey’in yaptığı teleskobu geliştirerek uzay gözlemlerinde kullanan Galileo Galilei, süpernovayı, Jüpiter’in başlıca uydularını, Güneş lekelerini gözlemleyerek Güneş’in de kendi etrafında döndüğünü fark etmiş, galaksimizdeki birçok yıldızı gözlemlemiştir. Galileo, dünya merkezli evren anlayışını da yaptığı gözlemlere dayalı çıkarımlar sonucu tam anlamıyla çürütmüştür. Galileo’nun teleskobundan yola çıkarak günümüze ilerleyen teknoloji ile gelişmiş gözlemevleri kurulmuştur.

Yeryüzü üzerinde bulunan teleskoplar her ne kadar gelişmiş teknolojiye sahip olsalar da, dünyada ışık kirliliği az olan ve yıl içerisinde kapalı havanın en az olduğu yerlere kurulsalar da uzayın derinlerine inmek için yeterli gelmemiştir. Bu ve bunun gibi birçok sebepten uzaya teleskop gönderilme dönemine geçilmeye başlanmıştır.

Bu dönemin en ünlü teleskobu şüphesiz Hubble Uzay Teleskobu’dur. Samanyolu Galaksisi’nin dışında da galaksiler olduğunu gözlemleyen Hubble’ın astronomiyi de adeta baştan yazdığı söylenmektedir. Son olarak yakın zamanda uzaya gönderilen James Webb uzay teleskobu… Gönderilir gönderilmez uzaya dair elde ettiği bilgileri Dünya’ya göndermeye başladı. Elde ettiği veriler ile daha da çok adından bahsettireceği kesin.

Çalışma alanı astronomik olduğu kadar bütçeleri de astronomik olan bu teleskoplar insanlık için ne anlama geliyor sorusuna geri dönelim. Gelir adaletsizliklerinin gitgide arttığı, ekolojik sorunların insanlık yaşamını olumsuz etkilediği, değerlerin ayaklar altına alındığı bu çağda uzaya gönderilen teleskopların insanlığa faydası var mıdır?

Bilimsel gelişmeler ve bulgular insanlığın kriz yaşadığı dönemlere ışık tutan bir rol üstlenmektedir. Diğer taraftan bilim ve teknolojinin büyüme hızı, insanlığın bilişsel ilerlemesiyle paralel gitmemektedir. Amaçlar ve araçlar aynen sonuçlar ve nedenler gibi yer değiştirmiştir. Hangi nedenle birçok insanlık sorununu çözebilecek olan bütçeler, uzay araştırmalarına harcanmaktadır?

Tıpkı antik ve kadim dönemlerdeki gibi “insan nedir?” “bu evrendeki varoluşumuzun bütündeki yeri nedir?” sorularının ışığında ilerlemeyen bir bilimin sadece uygarlığımızın yıkımını daha da hızlandırma ihtimali vardır.

Uzay teleskopları bir şekilde insanlığın uzaydaki gözü olmaktadır ve en nihayetinde “göz” yüksek fikirlerle dolu bir beyne hizmet ederse insanlık günümüz sorunlarına çözüm üretecek ilhamı göklerden alacak, dünya daha güzel bir yer olacaktır.

Ne de olsa “istikbal göklerdedir”

MİRKAN KEMAL ALP

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir