BATILI BİR YOGİ; SİNOPLU DİYOJEN
Sinoplu Diyojen “kinik” öğretisine ait bir filozof olup, Milattan önce 5.yy’da yaşamıştır.
Diyojen de, Sokrates gibi, yaşamını kendi felsefi görüşlerine uygun örnek oluşturacak biçimde sürdürmüştür.
Yaşayış biçimini göz önünde bulundurduğumuzda, ona “Yogi” de diyebiliriz. Bir Yogi, gündelik yaşam alışkanlıklarının ve rutinlerinin, insanı özgürlüklerinden uzaklaştırdığını düşünür ve bu yüzden toplumdan kopuk ve dışında bir şekilde yaşar. Diyojen’in yaşayış biçimi de duygusal bir tepki değil, toplum düzenine karşı duran bilinç ve iradeli bir tavırdır.
Çoğumuz için, toplum düzeninin dışında yaşamak ve kurallarına meydan okumak, oldukça ürkütücüdür. Her zaman başkalarından övgü bekleriz ve onaylanmamaktan korkarız. Bu yüzden en sıradan, en alışılmış yolu seçeriz. Ancak onlara meydan okumadan nasıl kendimiz olabiliriz ki?
Kinik kelimesi, toplumun inançlarına ve düzenine meydan okuyan ve toplumun düzenine bir tehdit olarak görülen, alternatif bir yaşam tarzı seçmiş filozofları küçümsemek için o dönemin insanları tarafından kullanılan aşağılayıcı bir kelimedir. Kelime “köpek” sıfatından gelir ve köpeklerinki gibi bir yaşamı ifade eder.
Diyojen, antik Atina’da, kendisini takip eden insanların değer ve inançlarına meydan okuyarak, körü körüne inandıkları şeyleri sorgulamaya yönlendirdi. Bunu, insanların inandıkları temelleri sarsarak, asıl hakikati bulma sevdası ile yaptı.
Çoğu insanın elde etmek için her şeyi yapabileceği tüm lüks şeyleri, sebatla hor gören, basit bir yol ile yaşadı. Diğer insanların çok değer verdiği şeyleri küçümsedi. İnsanların gurur duydukları şeylerle alay etti. Tüm bunları, insanlara sıkı sıkıya bağlandıkları şeyleri sorgulatmak amacıyla yaptı. Bir filozof “İnsan, alışkanlıklarının esiridir.” demiştir. Alışkanlıklarımıza karşı gelmezsek, onları nasıl yıkabiliriz ki?
Diyojen’den geriye, ne bir kitap ne de derlenmiş bir metin kalmıştır. Ancak yaşam tarzının altındaki nedenlerini, görüşlerini anlamamıza yardımcı olan bir sürü anekdot bulunmaktadır. Delphi’deki kâhin tarafından ona söylenen “yaygınlığı bozmak” anlayışını görev edindi. Bu düzenin ve inançların yanlışlığını ortaya çıkarmayı hedefledi. İnsanlara alışkanlıklarını ve inançlarını sorgulatıp, onları düşmüş oldukları, cehaletin derin uykusundan uyandırmaya çalıştı. Tıpkı bir Yogi gibi. Adetlere, alışılmış düzene karşı durdu çünkü bunlarda mantık ve sağduyu yoktu.
Diyojen bir gün, gün ışığı altında, bir lamba yakmış ve “İnsan arıyorum” diye bağırarak pazara gitmiş. Onu gören insanlar, şaşkınlık içinde sormuşlar: “İnsan mı arıyorsun? Biz neyiz?”. Diyojen : “Eğer iki ayaküstünde yürüyor olmak insan olmak için yeterli bir gerekçeyse, tavuklara da insan diyebiliriz o zaman” diyerek cevap vermiş.
O, aslında o gün, yaradılış amacına uygun yaşayan, bir başka deyişle insan doğasına uygun yaşayan, insanlar arıyordu.
“Diyojen, yoksulluk içinde yaşadı, halka açık alanlarda uyudu, dilencilik yaptı, hiç kimseyi kendisi gibi yaşamaya zorlamadı. Ancak, bu denli yoksunluk içinde dahi, mutlu ve özgür olunabileceğini herkese göstermeyi hedefledi.”
Günümüze baktığımızda, mutluluk ve özgürlüğün, sadece servet ve maddiyatla elde edilebileceğine dair kör bir inanç ve yanılgılar içinde olduğumuzu görebiliriz.
Bugün, bir başka Diyojen’e daha ihtiyaç duymuyor muyuz?
Birçok defa yanıldığımızı görmüş olmamıza rağmen, bu dayatılmış inanca karşı durabilecek gücü bulamamaktayız. Günümüzde pek çok genç zihnin, umutsuz bir içsel yoksulluk pahasına da olsa, zengin olma amacıyla hayata başladıklarını görmekteyiz.
Diyojen, insanın kendisine sahip olmasının, mutlu olması için yeterli olduğunu ileri sürmüş bir filozoftur. İnsanın kendine sahip olması nedir? Biz zaten kendimize sahip değil miyiz? Değilsek, sahip olan kim? Ne? Örneğin, adetler, alışılagelmiş duygu ve düşünce biçimleri, korkular, öfke, kin, kıskançlık ve diğer iç düşmanlar, zaman zaman bizi esir alıyor olabilirler mi?
Ne yazık ki, çoğu zaman onların farkına bile varmıyor ve kendimizin yegâne sahibinin biz olduğumuzu, özgür olduğumuzu zannediyoruz. Üstelik bu gizli düşmanların bizden çaldıkları mutluluğumuzu, servet, kariyer, mal mülk gibi yanlış yerlerde arıyoruz.
“O, insanların kusur ve kibrini açığa çıkarmak ve kafalarını karıştırıp dönüşmelerini sağlamak için ısrarlı bir gayret içindeydi”.
Bu özellik bize; cehaletleri ve kusurlarını açığa vurduğu için çok sayıda düşmanı olan Sokrates’i hatırlatır. Aynı özelliği yüzünden Diyojen’in de hayli fazla düşmanı vardı.
Ne kadar ilginçtir ki; Orta Çağ Avrupasında gördüğümüz, insanlığın düşünüş ve yaşayış biçimleri arasındaki ikiyüzlülük, günümüz uygar toplumlarında hala görülmeye devam etmektedir.
Bize bir ayna tutarak, gerçekte kim olduğumuzu anlatmaya çalışan Diyojen gibi insanlar, aslında gerçek dostlarımızdır. Bazen, gerçekliğine kendimizin bile inanmaya başladığı yalan bir akıntıya kapılıp gideriz. Bize, içinde yaşadığımız bu yalanı besleyen dostlar değil, tam tersine, Diyojen gibi, bu yanılgıyı yüzümüze vuracak gerçek dostlar gereklidir.
Diyojen derdi ki; “İnsanların kaderlerinden dolayı şikâyet etmeye hakları yoktur. Çünkü iyi olduklarını zannederek Tanrı’dan dilemiş oldukları şeyler, aslında iyi değillerdir.”
Bu söz, bizim için neyin iyi neyin kötü olduğu konusundaki cehaletimizi anlatan iyi bir örnektir. İnsan doğasını bilmiyorsak, iyi bir kader için nasıl bir dilekte bulunacağız? İnsanı yozlaştırıyorsa, zengin olmak iyi bir kader midir? Sürekli kaygı ve stres yaratıyorsa, kariyer iyi bir talih midir?
Nereli olduğunu soran birine, Diyojen; “ben dünya vatandaşıyım” cevabını vermişti. Stoacılarda da rastladığımız bu görüş, toplum düzeni tarafından oluşturulmuş sanal sınırların ötesine geçme gücü verir. Bu görüş ufkumuzu öylesine genişletir ki, tüm insanlığı, kendimizi ait hissettiğimiz tek bir aile gibi görmemizi sağlar.
Bugün, ülkeler ve halklar arasındaki ayrıştırıcı savaşların sona ermesi için, bu fikrin daha da yaygınlaşması gereklidir.
En uygun yemek zamanının ne olduğu sorusuna, Diyojen şöyle yanıt vermişti : “Zenginseniz, ne zaman canınız isterse, ancak yoksulsanız ne zaman bulabilirseniz”.
Yogiler sorunlar karşısında belirli bir reçete sunmazlar. En akılcı davranış o anki şartlara bağlıdır. Diyojen, her zaman hazırcevap biriydi ve soruları doğrudan yanıtlamak yerine insanların kendilerinin düşünmesini sağlayacak basit cevaplar verirdi.
Bir gün, bir okçuluk yarışmasında, beceriksiz okçuları gören Diyojen gider ve hedefin hemen yanına oturur. Oturduğu yerin en güvenli yer olduğunu düşündüğünü söyler. Bu, alışılmış kalıpların dışına çıkmış, özgür düşünme gücüdür. Sosyal çevreler ve genel kanıların bize dayattığı, neyin güvenli neyin olmadığı görüşleri sorgulanmalı ve geçersizlerse terk edilmelidir.
Günümüzde paranın güven sağladığı düşünülür, fakat bazı durumlarda huzursuzluğumuzun sebebidir. Para, beceriksiz bir okçunun elindeki ok ve yay gibi, kendisi ve çevresindekileri tehdit eden tehlikeli bir araç haline gelebilir.
Diyojen, kendi kendine yetmenin en iyi örneklerinden biri oldu ve insanın yaşamak için fazla şeye ihtiyacı olmadığını kanıtladı. Büyük İskender ile karşılaşması bu durumu en iyi anlatan anekdotlardan biridir.
Bir gün Diyojen gün ışığının altında güneşlenmekteyken, Büyük İskender gelir, önünde durur ve ona bir dileği olup olmadığını sorar. Diyojen ona, “gölge etme, başka ihsan istemez” diye cevap verir. Bizimkilere oranla, bir Yoginin ihtiyaç duyduğu şeyler çok azdır. Normal bir insana göre, maddelere ve şartlara daha az bağlıdırlar. “En çoğa sahip olan, en azla yetinendir”. Dünyalara sahip olan Büyük İskender’in, Diyojen’e verebileceği hiçbir şey yoktur çünkü onlar hayata çok farklı bakmaktadırlar. Bir Yogi için, hayatta önemli olan şey; hep daha fazla maddeye sahip olmak değil, bir başkası tarafından ele geçirilemeyen, kendine ve kendi bilincine sahip olmaktır.
Daha sonraları, Büyük İskender’e, Büyük İskender olmasaydı kim olmak istediği sorulduğunda, Büyük İskender; “Diyojen” cevabını vermiştir. Büyük Yogi Diyojen, Büyük İskender üzerinde oldukça büyük bir etki bırakmıştır.
Kalabalığın içinden biri şöyle seslenir:
-Benim aklım bunun için yaratılmadı. Felsefe ile uğraşamam.
-Yaşamak için niye uğraşıyorsun? Doğru dürüst yaşamaya uğraşmadıktan sonra…
Diye sertçe cevap verdi Diyojen.
Diyojen, eski zamanlarda felsefenin görevinin, insanın yaradılış amacına ve doğasına uygun yaşayabilmesini anlayabilmek için her şeyi sorgulamak olduğunu gösterdi.
Eğer biz klasik filozoflara bu anlayışla yaklaşırsak, insan doğası ve yaşamı hakkında onlardan çok şey öğrenebiliriz. Bilgece ve mutlu bir şekilde yaşayabilmemiz için buna ihtiyacımız vardır. “Bir bilgeyi keşfetmek için, bilge bir adama ihtiyaç vardır” denir. Günümüz insanının, bu büyük batılı Yoginin büyüklüğünü ve bilgeliğini anlayamamasının nedeni budur. İşte bu yüzden, günümüz insanı, Diyojen’in hala geçerliliğini koruyan bilgeliğinden faydalanamamaktadır. Sinoplu Diyojen ile ilgili anlatılan hikâyeler, problemlerimizi çözümlemeye ışık tutacak çok büyük bir bilgeliğe sahiptir. Bu fikirler, bizim rahatlık alanımızı bozar, dünyaya başka bir açıdan bakmamızı sağlar ve sıkışıp kaldığımız günlük hayat rutinlerini sorgulamamıza sebep olurlar.
Günümüz insanı, maddesel şeylere oldukça bağımlıdır ve git gide özgürlüğünü kaybetmektedir. Yaşamımızda bize asıl neyin gerekli olduğunu ve günlük yaşantımızda kanıksadığımız her şeyi, sorgulamamızın neden bu kadar önemli olduğunu hatırlatacak, Diyojen gibi bir dosta ihtiyacımız var. Onun öykülerine sadece şaşırmakla kalmamalı, uyuşuk uykumuzdan uyanmak için üzerinde ciddiyetle düşünmeliyiz.
GÜNER ÖRÜCÜ
Kaynakça;
1.Life of Diogenes, by Diogenes Laertius (translated by C.D. Yonge)
2.http://www.britannica.com/EBchecked/topic/164151/Diogenes
3.http://www.iep.utm.edu/diogsino/
4.http://lucianofsamosata.info/wiki/doku.php?id=cynics:cynic_lives#diogenes_of_sinope
EMeğinize sağlık acizane diyojen iskender kısmının daha açık yazılması gerekir diye düşünüyorum…Saygılarımla