ÇEVRE

 

Bugüne kadar çevre ile ilgili birçok şey söylendi ve yazıldı. Ama henüz ortaya somut bir şey konulamadı. Tabii önce “çevre” deyince ne anlıyoruz, buna bir açıklık getirmek gerekiyor. Yalnızca ağaç dikmek çevre soruna çözüm getirir mi? Elbette getirmez. Çevreyi çok geniş anlamda düşünmek gerekir. En basit örneği her gün kullandığımız kâğıt, gazete vb. Diyebilirsiniz ki bunun çevre ile ne ilgisi var? Oysaki ilgisi çok. Bir ton kâğıt yapmak için kaç tane ağaç kesildiğini acaba hiç merak edip araştırdınız mı? Zannediyorum 12 ile 18 arası ağaç kesiliyor. Tabii bu rakam kullandığımız kâğıdın kalitesine göre de değişiyor. Demek ki, yalnızca ağaç dikmek yetmiyor, kullandığımız kâğıda kadar dikkat etmeliyiz. Peki, buna da dikkat edersek sorun çözülür mü? Hayır! Önce kesinlikle vurgulamak istiyorum, eğitim çok önemli. Bunun için hepimize görev düşüyor. Her şeyi devletten beklemek yanlıştır. Birey’den tutun da tüm kamu kuruluşları, özel sektör, holdingler, öğretim kurumlan hatta konuyla ilgili uluslararası ortaklaşa işbirlikleri vb. herkese büyük görevler düşmektedir.

Geçenlerde, 9.1.1992 tarihinde, Cumhuriyet gazetesinde okuduğum bir yazı dikkatimi çekti. Şimdi size bu metni olduğu gibi aktarıyorum; “İngiliz The Guardian gazetesinde, *Eski gezegende hala hayat var* başlığıyla yayınlanan yazıda, dünyada yaşayan canlıların büyük tehlikede oldukları, ancak bir çevre devrimini gerçekleştirmenin de şu an için uzak bir olasılık olmadığı vurgulandı. Yazı özetle şöyle: “Pek çok kişi halâ dünyanın gittikçe kötüleşen koşullarının yüzeysel olduğu ve koşulların ufak tefek bazı politika değişiklikleriyle düzeltilebileceği inancında.” Ancak 20 yıldır dünya çapında, kuruluşlar, siyaset adamları ve bireylerin harcadıkları onca çabaya karşın gittikçe kötüleşen çevre koşullarında bir düzelme sağlanamadı.

Çevrenin bu denli kötüleşmesi pek çok ülkede insan yaşamını etkiliyor, besin maddeleri üretiminin azalmasına yol açıyor, ekonomik gelişmeyi gerektiriyor. A.B.D’de California’nın Los Angeles havzasında binlerce çocuk 10 yaşına geldiklerinde kirli hava nedeniyle ömür boyu solunum yolları hastası olup çıkıyorlar. Rusya’da da 300 bin kişi radyasyon nedeniyle sürekli tedavi altında bulunduruluyor.

Ozon tabakasının delinmesi yüzünden de önümüzdeki 50 yıl içerisinde sadece A.B.D.’de 200 bin kişinin deri kanserinden hayatını kaybetmesi bekleniyor. Bütün dünyada milyonlarca kişinin yaşamı tehlikede. Bu örnekler ve daha sayamadığımız birçokları bize, insan sağlığının dünyanın sağlığına bağlı olduğunu göstermeye yetiyor.

Üretimdeki düşüşün daha çok yoksul ülkelerde yoğunlaştığı görülmekte. Gelirlerin sınırlı olması ve kemer sıkılması zorunluluğu nedeniyle besin maddeleri ithalatı bu ülkelerde kısıtlanınca dünya yüzünde şimdiye kadar görülmemiş sayıda aç insan yaşamaya başladı.

Bu yüzyılın ortasından önce doğmuş olanlar, dünya nüfusunun ikiye katlanarak beş milyar kişiye ulaştığına tanık oldular. Birleşmiş milletlerin nüfus bilimcileri ise, iki bin elli yılında dünya nüfusunun on milyar kişiye yaklaşacağını hesaplıyorlar. Günümüzde yok olan uygarlıkların arkeolojik kalıntılarını inceliyoruz. Aslında hiç kimse bir iki milyon arası Maya üyesinin neden yerlerini yurtlarını bıraktığını tam olarak kestiremiyor. Ancak son olarak okunabilen hiyerogliflerden anlaşılan, bölgede vahim bir çevre sağlığı sorunu yaşanmış olduğu.

Değişiklik, yeni bilgiler ve yeni deneyimler elde edildikçe sağlanabilir. Atmosfer kimyacıları, 1980’lerin ortalarında buzdolapları, klima cihazları ve sprey kutularında kullanılan CFC gazının ozon tabakasını yırttığını ve bu yırtığın hızla büyük bir delik halini aldığını haber verdiler. Ozon tabakası, bilindiği gibi insanoğlunu mor ötesi ışınların zararlı etkilerinden koruyor. Bunun sonucu olarak dünyada artık CFC gazı hemen hemen hiç kullanılmıyor. Hiçbirimiz ömrümüzde ozon tabakasını görmedik. Bunun delinmesinin nasıl olduğunu bilmeyiz bile. Buna karşın bütün dünya, atmosfer kimyacılarının çaldıkları tehlike çanlarına kulak verdi çünkü bu yeni bir bilgiydi.

Beş yıl önce CFC üreticileri, ortaya atılan bu bilimsel verileri tartıştılar. Şimdilerde birkaç önde gelen şirket, uzun vadede kendi çıkarlarına en uygun olanın, alternatif bir enerji kaynağı bulmak olduğunda karar kılarak güneş-hidrojen ekonomisine yöneldiler.

Bazen de değişim yaratılması için sadece yeni bilgiler yetmiyor. Bir sigara tiryakisini ele alalım; bu tiryaki, sigaranın sağlığa olan zararları hakkında ne kadar yazı ve haber okursa okusun aldırmaz ama günün birinde, soluk almakta zorlanıp doktora gittiğinde akciğer kanserine yakalandığı ya da kalbinin zayıfladığını öğrenince sigaradan kesinlikle vazgeçer. Bu durumda, yeni bilginin sağlayamadığını yeni deneyim sağlamış demektir.

Şimdi iki seçeneğimiz var: Ya Çevre devrimi yapacağız ya da bugünkü yaşamımızı sürdürecek, açlığın uluslararası yardım kuruluşlarının yardım elini uzatamayacağı boyutlara ulaşmasına, kanserin salgın hale gelmesine ve dünyada aç insanların yaşayamayacakları koşulların yaratılmasına seyirci kalacağız?”

… Evet, demek ki umut var. O halde bir an önce kolları sıvamalı. Geçenlerde bir arkadaşımdan aldığım “Çevre ve İnsan” adlı derginin Aralık 1988 tarihli sayısında, okuduğum bir yazı tüylerimi diken diken etti. O safça, çok doğal ve bir o kadar doğru söylenmiş sözler gözlerimi yaşarttı. Bir zamanlar beyazların vahşi diye nitelendirdikleri, cahil buldukları Kızılderililer var ya! Onlardan 1900’lerin başlarında yaşamış Duwarmish İndiyanlarının başı Seattle Reis’in, topraklarını satın almak isteyen zamanın Amerika Cumhurbaşkanı Franklin Pierce’ye hitaben yazdığı uzun mektubu insanın içine işliyor. O mektubun hepsini burada yazmayacağım. Yalnızca içinden bir paragrafı size aktaracağım. Sadece bundan yaklaşık 100 yıl önce yaşamış bir Kızılderili reisin çevreye verdiği önemi görün diye; “Kızılderili adam onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde geriledi. Fakat bizim babalarımızın külleri kutsaldır, onların mezarları mübarek topraklardır. Biz beyaz adamın bizim düşünümüzü anlamadığını biliriz. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır, onu elde ettikten sonra ilerilere gider, babalarının mezarlarını geride bırakır ve onlarla bir daha ilgilenmez. O, toprağı çocuklarından çalar ve yine ilgilenmez. O, annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü satılacak ve talan edilecek şeyler gibi ya da koyunlar veya parıldayan inciler gibi satın almak için kullanır. Onun açlığı dünyayı saracak ve geride her tarafta çölden başka bir- şey kalmayacak.” ve Seattle Reis ekliyor; “Ben Kızılderili bir adamım. Bir Kızılderili gölün üstünden gelen rüzgârın mülayim gürültüsünü sever. Öğleyin yağan yağmurun temizlediği, taze çam yapraklarının ağırlaştırdığı rüzgâr kokusundan hoşlanır. Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz. Toprak bizim annemizdir. Toprağın başına gelenler onun çocuklarının da başına gelir.”

…. Evet, Seattle Reis’ten 100 yıl sonra da olsa ders alalım, dediklerini düşünelim ve geliştirelim.

Daha temiz, daha huzurlu ve daha sağlıklı bir dünyaya.

Çiğdem GÜLTEKİN

Araştırmacı