DOĞRU DÜŞÜNMEK
Kendimizle ve yakınlarımızla daha izole bir hayat sürdüğümüz bu zamanlarda doğru düşünmeyi pratik etmek için birkaç ipucu ve parolanın hepimize faydalı olacağını umuyorum.
Günümüzden yaklaşık iki bin sene önce filozof ve devlet adamı Seneca bir mektubunda öğrencisine şu anekdotu anlatır:
“Crates, bir delikanlıyı ıssız bir yerde dolaşırken görünce: ‘Orada tek başına ne yapıyorsun?’ diye sormuş. O da: ‘Kendi kendimle konuşuyorum.’ diye yanıtlamış. O zaman Crates: ‘Sakın ha! Çok dikkat et, rica ederim, kötü bir insanla konuşuyorsun.’ demiş.”
Platon, düşünmeyi insanın kendi kendine konuşması olarak tanımlar. Yalnız kaldığımızda ya da diğerleri ile birlikteyken içimizdeki pek çok “ben” ile konuşuruz. Peki, içimizdeki ben’ler bize ne söyler? Bize söyledikleri şeyleri ayırt etmeye ihtiyacımız var: “Hangi konuşmalar benim için faydalı ve iyidir, hangileri zararlıdır ve beni güçsüzleştirir?”
İçimizde hiç susmayan sesler vardır; iyi, kötü, mutsuz, umutlu… Sürekli bir şeyler söyler. Afet zamanlarında bu sesler, panik hâlinde daha çok yaygara koparır. Dinginlik ve sessizliğe izin vermez; ya birilerine, bir şeylere kızar ya da kendilerine acırlar. Olayların suçlusu hep başkalarıdır, birçok hata yapılmıştır, birçok şey söylenmiştir. Büyük bir kızgınlık ve öfke ile dışa söyleyemediklerimizi içe söyleriz: “Neden böyle oldu?”, “Ben bunu hak etmemiştim!”, “Yeteri kadar önlem almadılar…”, “Ona böyle olacağını söylemiştim ama beni dinlemedi!”
Kendimize acıma ise kurban psikolojisi ile gerçekleşen iç ağlayışlarımızdır. “Bundan sonra hayatım nasıl olacak? Mahvoldum!”, “Asla iş bulamayacağım ve sefil bir hayat süreceğim…”, “Her şeyimi kaybettim, artık yaşamın bir anlamı olmayacak!”, “Çocuklarım, ailem… Onlara nasıl bakacağım?”
Genelde ya kendimizi, ya diğerlerini ya da olayları suçlarız. Bu büyük bir zaman ve enerji kaybına neden olur. Kısıtlı olan enerjimizi emen bir kaçak vardır, biz kaçağı kapatamadığımızda enerjimiz günden güne azalır. Zor zamanlarda daha güçlü olmamız gerekirken öfke, kızgınlık, kendimize acımak bizi daha da güçsüz yapacaktır.
İç konuşmalarımız, zihin ve duygu dünyamızın bir aynası gibidir. Neler söylüyoruz kendimize? Gün içinde arada durup dış bir dinleyici gibi dinleyelim kendimizi. İçimizdeki sesler bize neler anlatıyor? Onlara ne cevap veriyoruz? Bir cevabımız ya da yüzleşme cesaretimiz olmadığından onları duymamak için televizyon veya internetin arkasına mı saklanıyoruz? Suçlamaları ya da korkutmaları karşısında paniğe mi kapılıyoruz?
Kendimizle sohbet ederken hiç farkına varmadığımız taraflarımızla karşılaşabiliriz. Belki yıllardır görüşmediğimiz bir dostumuzla çok derin bir sohbet olacak bu, belki de ciddi bir tartışma… Ama iletişim kurmaktan korkmamalıyız. Bize söylediği şeyleri duyma cesaretini, sorularına uygun cevapları bulabilme zekâsını, her şeye rağmen onlarla birlikte yaşama becerisini geliştirmeliyiz.
Doğru konuşma doğru düşünmeye dayanır, çünkü düşünmek zihnin dilidir. Bazen içimizde sürekli çalan bir radyo gibi konuşmalar döner. Düşüncenin, iç konuşmaların ilerleyişini bilmek gerekir. Düşünce ortaya çıkar, eğer onu beslersek büyür ve çoğalır. Ama beslemezsek zayıflar ve tekrar yeni bir dürtü gelene kadar kaybolur… İlk aşamada, yani düşüncenin aklımıza ilk düştüğü anda, konuşmaya başlamadan Filozof Epitetos’un tavsiyesini hatırlayabiliriz.
“Nöbetçiler yanlarına sokulanlara parolayı sorarlar. Sen de öyle yap. Zihnine yanaşan her şeye parolayı sor. Böylece hiç baskına uğramazsın.”
Zihnimize gelen düşünceleri bir elemeden geçirmeliyiz, onlara parola sormalıyız… Nedir bu parola dersek Sokrates’in üç filtresi hepimize ipucu olacaktır: Gerçek filtresi, iyilik filtresi ve fayda filtresi.
Kendimizle konuşurken “Konuştuğumuz şey gerçek mi?” diye soralım. Zihnimizden geçen ya da duyduğumuz şeyin gerçek ya da doğru olduğundan emin miyiz?
Algımız eminliğimizi besler. Eğer algımızda bir bozukluk varsa bir ipi yılan sanabiliriz… Yanlış algıların önüne geçmek için tekrar tekrar soralım; Emin miyim?
Eğer emin değilsek, bunu kendimizden yana sayalım… Başımıza gelirse ne yapacağımıza dair bir plan yapabiliriz, hazırlanabiliriz, yani daha zamanımız var. Üstelik belki de başımıza hiç gelmeyecek, şimdiden onun acısını yaşamayalım.
Peki, bu şey iyi bir şey mi? İçinde iyilik var mı? Yoksa çirkin, bozuk, kötü bir şey mi?
Eğer iyi bir şeyse, bunun hakkında düşünebilir ve düşüncemizi geliştirebiliriz.
Gelelim fayda filtresine, zihnime girmeye çalışan bu düşüncenin bana ya da diğerlerine bir faydası var mı?
Hiçbir faydası olmayan şeyleri kapıdan içeri almayalım… Faydalı olanları besleyebiliriz, büyüsünler ki hem bize hem de çevremize yararlı olsunlar.
Eğer içimizdeki sesler söylediğimiz şey üç filtreyi de geçemiyorsa onu dinlememize gerek olmadığını kendimize hatırlatalım.
Gerçek, iyi ve faydalı iç konuşmalar için kendi kendimizle doğru konuşma becerisini geliştirebiliriz.
BETÜL ERGÜN
Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin: