Ebû Bekir er-Râzî / et-Tıbbu’r-Rûhânî (Ruh Sağlığı) Kitabı

İslamiyet’in altın çağında yaşamış bir hekim-filozof olan Ebû Bekir er-Râzî, 865 yılında o dönem için çok önemli bir ilim ve kültür merkezi olan Rey şehrinde doğmuştur. Tam adı “Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriya b. Yahya er-Râzî” dir. Ebû Bekir er-Râzî tıp alanına ilgi duymaya başladıktan sonra o dönemin ilim âşıklarının yaptığı gibi daha fazla öğrenmek için çeşitli ilim-kültür merkezlerini dolaşmış ve eğitimler almıştır. Yunan, Hint, Fars ve İslam tıbbını öğrenmiş ve o dönemde hiç kimsenin sahip olmadığı bir tıp bilgisine sahip olarak “Calinusu’l-Arab” (Arapların Galen’i) olarak isimlendirilmiştir [1].

İslâm bilim ve düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin başarılı bir temsilcisi olan Ebû Bekir er-Râzî, altmış yıllık ömür sürecinde tıp, kimya ve felsefe gibi değişik alanlarda iki yüzün üstünde eser kaleme alarak sonraki nesillere zengin bir miras bırakmıştır [2]. Bu yazının konusu Ebubekir er-Razi’nin tıp alanında yazdığı et-Tıbbu’r-Rûhânî adlı eserdir.

Et-Tıbbu’r-Rûhânî Tıbbu’r-rûhânî Kavramı

Razi tıp kavramını beden tıbbı (et-tıbbu’l-cesedanî) ve ruhsal tıp (et-tıbbu’r-rûhânî) olarak ikiye ayırmaktadır [2]. Ruh kavramının tıbbın alanına girdiği ve kişinin tam olarak sağlıklı olabilmesi için ruhun da sağlıklı olması gerektiği fikri esasında Platon’a kadar uzanmaktadır. Platon kötülük kavramını incelediği Gorgias adlı diyaloğunda kötülüğün sağlıklı bir durum olmadığından, bir tür hastalık olduğundan bahseder ve ruhta kötülük olmasını da ruhun hastalığı olarak tanımlar [3]. Seyyit Şerif Cürcânî ise tıbbu’r-rûhânî kavramını şöyle tanımlar “Kalbin afetlerini ve hastalıklarını ortaya çıkararak tedavi yollarını ve iyileştirme çarelerini bulmaya çalışan ve bu yolla, kalbi kemale ulaştırmaya çalışan ilim” [4]. İslâm düşünce geleneğinde “tıbbu’r-rûhânî” kavramını ilk kez kullanan ve bu isimle ilk kez eser telif eden kişi ise Ebû Bekir er-Râzî’dir. Razi, tıbbu’r-rûhânî kavramını “insanın, talep ettiği bir şeyden geri durmaması ya da onda aşırı gitmemesi maksadıyla nefisleri, dengeli (itidalli) davranma hususunda delillerle ve akli kanıtlarla ikna etmek (el-iknâ’u bi’l-huceci ve’l-berâhîn)” olarak tanımlamaktadır [5].

Eser

Ebubekir er-Razi et-Tıbbu’r-rûhânî eserinden önce Rey valisi Mansur b. İshak için et-Tıbbu’l-Mansûrî adlı eseri kaleme almış ve bu eserde beden sağlığından bahsetmiştir. Emir sonrasında ondan ruh sağlığını açıklayan bir kitap yazmasını ve ismini de et-Tıbbu’r-rûhânî koymasını istemiş, bunun üzerine Ebubekir er-Razi et-Tıbbu’r-rûhânî adlı eseri için çalışmalara başlamıştır.

Razi, eserin amacının nefsin ahlakının iyileştirilmesi olduğunu söylemekte ve bunu gerçekleştirebilmek için aklı ön plana koymaktadır. Akıl insanı hayvanlardan ayıran temel unsur olmakla birlikte insana hayvanlarda bulunmayan meziyetler katmaktadır. İnsan akıl sayesinde kendisine yararlı olan şeyleri öğrenebilir, güzeli ve iyiyi anlayabilir. Yine akıl sayesinde ilimler öğrenilir, yeryüzü, gökkürelerin şekilleri, hareketleri, devinimlerini öğrenilir. Bize uzak olan ve duyularımız için gizli olan bilgiler akıl sayesinde elde edilir. “O hâlde yeri ve değeri böylesine önemli olan aklı mertebesinden indirmememiz ve derecesini düşürmememiz bize düşen bir görevdir. Yani onu hâkimken mahkûm, bağlanılanken bağlanan ve önder iken uydu durumuna düşürmemeliyiz.”

Akıl bu kadar önemli ve güçlüyken insanın her zaman aklı dinlemesi, kararlarını akıl yoluyla alması beklenir ancak durum bu değildir çünkü insanda nefsani arzular da vardır. Razi’ye göre nefsin istekleri aklı bulandırır, onu yolundan ayırır ve akla uygun güzel eylemleri engeller. Bu yüzden aklın galip gelmesi için kişinin nefsiyle mücadelesi şarttır.

Nefis sahibi hayvanlar için nefsin isteklerine direnmek, bunları ertelemek veya değiştirmek gibi bir imkân yoktur, hayvan nefsin isteğini duyduğunda bunu tereddüt etmeden yerine getirir. Ancak insan nefisten gelen ve ahlaki olarak çirkin olan istekleri kontrol etme şansına sahiptir. Razi bunu örneklerle açıklar, aç bir hayvan önüne yem konulduğunda onu yemezlik edemez ancak insan aç olsa bile bazı durumlarda, eğer o an yememesi gerekiyorsa yemeğe dokunmayabilir. İnsanın nefsani istekleri gerçekleştirme mecburiyetinin olmaması, kendi seçimlerini yapması onu hayvanlardan ayıran en temel özelliklerden biridir.

Nefsin Denge Hâli

Razi, Platon’dan yola çıkarak nefsi 3 kısma ayırır: “Deriz ki, filozofların üstadı ve büyüğü olan Eflâtun’a göre insanda üç tür nefis bulunmaktadır. İlki, tanrısal olan düşünme gücü, diğeri hayvanî öfke gücü, öteki ise bitkisel, büyüyen ve şehevî güçtür. Filozofa göre son iki nefis düşünme gücüne hizmet etmek için var edilmiştir.” Ahlakın iyileştirilmesi bu nefsani güçlerin her türlü aşırılıktan, yani ifrat ve tefritten korunmasıyla olur. Bu nefislerin ifrat ve tefrit durumları ise şunlardır:

“Bitkisel nefsin tefrîti, nicelik ve nitelik olarak bütün bedenin ihtiyacı olan beslenme, büyüyüp gelişme işlevini yapmamasıdır. İfrâtı ise bu sınırı aşarak bedenin ihtiyacından fazla gelişip hazlara ve şehevî isteklere dalıp gitmesidir. Öfke[yi yöneten] nefsin tefrîti, onun şeref, onur ve yiğitlik duygularından yoksun olmasıdır. Oysa bu duygulara sahip olan nefis, şehevî isteklerle arasına mesafe koyarak onları kontrol eder. Bunun ifrâtı ise kibir ve baskın gelme sevdasıdır.”

“Düşünen nefsin tefrîti, bu âlemin ilginç yapısını ve ihtişamını umursamaması, hayretle üzerinde düşünerek olup biten her şeyin bilgisine vâkıf olmak için bir şevk göstermemesidir. Düşünen nefsin ifrâtı ise bu ve benzeri varlıklar üzerinde zihnin aşırı derecede düşünüp yoğunlaşmasıdır” Razi, nefsin ifrat ve tefrit durumlarından bahsettikten sonra tek tek nefsin kötü hâllerini ele alır. Burada eserde bahsedilen hâllerden bazılarını inceleyebiliriz.

Kendini Beğenmişlik Üzerine

Razi kendini beğenmişliği kişinin kendi iyiliklerini çok büyütmesi, kusurlarını ise görmemesi olarak anlatır. Bu kişi kendisine karşı objektif olmadığı için yaptığı en küçük iyi eylemini gözünde çok büyütür ve övülmek ister. Bu durumun sakıncası kendisini çok beğenen kimsenin kendini üstün gördüğü konularda artık ilerleme kaydedememesidir. Bu kişi kendi yaptıklarını çok beğendiği için daha iyilerinin yapılabileceğini görmez ve sonunda onunla aynı işi yapanlardan geri kalır. Kişi bu kusurdan kurtulmak için kendisine daha objektif bakmalı ve kendisini, daha düşük gördüğü kimselerle karşılaştırmamalıdır. Bu sayede hâlâ eksikleri ve kusurları olduğunu fark eder ve onlar üzerinde çalışabilir.

Hasetlik Üzerine

Hasetliği ruhun bir hastalığı olarak gören Razi bu kusuru, bir kişinin başkasının iyiliğine olan durumlardan mutsuz olması olarak tanımlar. Cimri kişi elindekinin alınmasını ve başkasına geçmesini istemez, hasetçi olan ise kendi elindekiler eksilmese bile bir başkası iyi bir şey elde ettiğinde mutsuz olur. Razi bu durumu o kişiye karşı bir zulüm olarak görür “Şöyle ki, herhangi bir insanın başına bir kötülüğün gelmesini istemek veya bir iyiliğe kavuşmasını istememek ona karşı bir öfkenin ifadesidir. Söz konusu insan ona karşı herhangi bir kötülük yapmayan biri ise bu da ona bir zulüm sayılır.”

Razi, insanların genellikle yakın oldukları veya tanıdıkları insanlara karşı haset duygusu taşıdıklarını söyler, ona göre uzak bir ülkede hiç tanımadığımız bir insanın başına gelen iyi bir şey bizde haset uyandırmaz ama aynı şey tanıdığımız bir insanın başına geldiğinde bu durumda haset duyarız. “Akrabalar ve tanıdık-bildikler arasında görülen hasetleşme de buna benzemektedir. Nitekim bir beldeyi yabancı bir idareci yönettiğinde, o belde halkı neredeyse bundan dolayı psikolojik bir rahatsızlık duymaz. Sonra yerli bir kişi yönetime gelince, âdeta bu durumdan rahatsız olmayan bir kişi bile kalmaz.” Razi bu durumun nedenlerinden birinin kişinin kendini başarı elde eden kişiyle karşılaştırması olduğunu söyler. Bu kusurdan kurtulmanın yolu olayları akıllıca düşünmektir. Haset edilen kimse bir başarı elde ettiğinde büyük sorumlulukları da üstlenmiş olur, daha çok çalışır ve diğerlerinin katlanmak zorunda olmadığı bazı sıkıntılara katlanmak durumunda kalır. Kişi kendini diğerleriyle karşılaştırmaz, kendi hayatından memnun olursa ve elindekilerle huzuru bulursa başkasının başarıları onu rahatsız etmez.

Öfkeyi Yenme Üzerine

Öfke, kendisine zarar veren kişiye veya duruma karşı gösterilen bir tepkidir. Bu tepki canlılar için olağan bir durumdur hatta Razi’ye göre onurlu nedenler için duyulan öfke gücü, kişinin kendi kusurlarını yenmesinde ona yardımcı olabilir. Ancak sınırını aştığında öfkenin sonucunda sıkıntılar kaçınılmazdır, kişi böyle bir durumda aslında istemese de sevdiklerine bile zarar verebilir çünkü aşırı öfke bize akıllı hâlimizle yapmayacağımız şeyler yaptırır. “Galen, kapı kilidini açmakta zorlanan annesinin, öfkelenerek kilidini ısırdığını anlatır. Yemin ederim ki, öfkelenince düşünme yetisini kaybeden kimse ile deli arasında büyük bir fark yoktur.”

Aşırı Düşünce ve İdealin Zararlarından Sakınma Üzerine

Raziye göre aklı bir hedef için aşırı zorlamak hedef ne kadar iyi olsa da kişiye faydalı değildir. Bu konuyu bir örnekle açıklar: Bir kişi felsefeyi çok sevip bir yıl içinde Sokrates, Eflâtun, Aristoteles, Theofrastus, Eudemus, Chrysippus gibi filozofları öğrenmeye çalışabilir. Bunun için fedakârlıklar yapar, az yer, az dinlenir ve sürekli düşünür ancak bir süre sonra bu durum bedeninin zayıflamasına ve uykusuzluk çekmesine neden olur. Bir yılın sonunda kişi bu filozoflardan biri gibi olmayı başaramamakla kalmaz aklını fazla yorduğu için melankoliye kapılır.

Düşünmek aklın bir yetisi olsa da düşünmenin de fazlası zararlı bir durumdur çünkü aklını çok zorlayan ve aralıksız olarak aklını çalıştıracak işlerle uğraşan insanların bedenlerinin zayıflaması kaçınılmazdır. Bedenin zayıflaması ise hedefe ulaşmada bir engeldir, ona gerektiği kadar neşe, haz ve lezzeti vermek gerekir. “Nitekim yolculuk eden bir adamın bindiği hayvanı yemlemesi onun zevk almasını sağlamak için değil, onu doyurarak kendisinin gideceği yere ulaştırması içindir. İşte bizim bedenimize hizmet etmedeki amacımız da böyle olmalıdır.” “O hâlde biz, ne hayvanına aşırı yük yükleyerek gitmek istediği yere varmadan önce onun ölümüne neden olanın durumuna düşmeliyiz, ne de onu çok besleyip hantallaştırarak gitmesi gereken yere geç ulaşmasına neden olan adam gibi olmalıyız.”

Açgözlülük Üzerine

Razi’ye göre açgözlülük şehevi nefsin çok güçlü olmasından kaynaklanır, kişi akıl yoluyla kendi yanlışını da göremiyorsa bu durum nefsin isteklerine boyun eğmeye yol açar. Açgözlü bir insan her zaman daha fazla yemek, harcamak, sahip olmak ister ve yaşayacağı hazzı arttırmanın yollarını arar ancak her hazzın bir sonu vardır, kişi doyduktan sonra yiyemez hâle gelir, en sevdiği yemek önüne koyulsa bile ondan iğrenir. Böyle şiddetli bir hazzın sonunda acı gelir. Açgözlülük konusunda yapılması gereken kişinin yanlışını gördükten sonra kendisine hâkim olmasıdır, böyle bir nefis terbiyesi sırasında çekilen acı terbiye edilmemiş bir nefsin vereceği acıdan daha azdır.

“Açlığa alışmak zenginliktir bilesin // Tokluğa alışmaksa açlığını artırır.”

Sarhoşluk Üzerine

Sürekli içki içmenin getirdiği rahatsızlıklar fiziksel olduğu gibi ruhsaldır da. Ruhsal sorunlar, kişinin akli yetilerinin ve utanma duygusunun yok olması ve nefsani isteklerin körüklenmesidir. Kişi sarhoşken nefsani isteklerin önündeki en büyük engel olan akıl ortadan kalkar ve düşünmeden nefsine göre hareket eder. Normalde almayacağı kararları hiç düşünmeden hemen yapar ve sarhoşluk anında insanda öfke ve şehvet duyguları güçlenir.

Raziye göre kişi nasıl değerli mücevherleri çalınmasın diye onları saklayıp koruyorsa aklını da böyle korumalıdır, gerekli bazı durumlar dışında içki içmemelidir. Eğer kişi zihin yorgunluğunu ve sıkıntısını azaltmak için içki içiyorsa bir miktar içebilir ancak bunu zevk için değil vücudun dengesini bozan zihinsel sıkıntıyı uzaklaştırmak amacıyla yapmalıdır. Ayrıca Razi’ye göre aşırı keder ve üzüntüden kurtulmak için, neşe ve cesaret elde etmek için de bir miktar içilebilir ancak zihin berraklığı, sağlam bir düşünce ve kararlılık gerektiren durumlarda içki içilmemelidir [6].

Günümüz tıbbı insan bedeni üzerinde yoğunlaşmaktadır, ancak sadece bedeni düzeltmeye çalışmak ruh sağlık için yetersiz kalmaktadır. Sağlıklı olmayı ahlaklı olmaktan ayrı görmeyen Ebû Bekir er-Râzî, et-Tıbbu’r-Ruhânî eserinde iyi bir ruh durumu için kişinin ahlaklı bir insan olması gerektiğini bizlere hatırlatmıştır.

EZC. KAVSER AYÇİÇEK

KAYNAKÇA

1 Karaman, H., “Bir Biyografi Denemesi: Ebu Bekir er-Râzî”, Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004/2, c. III, sayı: 6, ss. 101-128
2 Gençel EFE, Zehra, “Tabip-Filozof Ebu Bekir Razi Ve Tıbba Kazandırdıkları”, Dicle İlahiyat Dergisi (DİD) Cilt: XX, Sayı: 2018/2
3 Platon, Gorgias, çev. Sema Rifat, Mehmet Rifat, 8. b., Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, s. 32
4 es-es-Seyyid eş-Şerif Cürcânî, Tarifat Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, çev. Arif Erkan, 1. b., İstanbul, 1997, s. 144
5 Cahid Şenel, “İslâm Ahlâk Felsefesi Literatürü Açısından Et-Tıbbü’r-Rûhânî Geleneğinden Söz Edilebilir mi?”, İslâm Ahlâk Literatürü Ekoller ve Problemler içinde, ed. Ömer Türker, Kübra Bilgin Tiryaki, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım, 2016, s.200-201.
6 Razi, Ebû Bekir, Ruh Sağlığı “Et- Tıbbu’ r- ruhani”, İz Yayınları, 2021, çev. Hüseyin Karaman.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir