İNSAN İNSANA İLİŞKİLERİMİZ
İnsanların içinde, doğru ile yanlışı ayırt eden zekâ devreden çıkınca, yerini kişilikteki zaaflar alır. Korku, insanoğlunun en büyük zaaflarından biridir. Kendini gizleyebilir ve öne, başka zaafları sürebilir. Neler gibi mi? Irkçılık, ayrımcılık, öfke ve hepsinin sonucunda da şiddet. İnsanın insana yaptıkları!
Oysa tüm bu olumsuz davranış ve söylemlerin arkasında, gerçekte korku vardır. Nereden mi çıkarıyorum? Gelin biraz haberlere bakalım. Aralık 2019’dan beri tüm dünya, tek bir gündemle yatıyor kalkıyor. Ancak bu gündem, fiziksel etkisinden çok psikolojik etkisiyle, yani kimilerinin söylediği gibi “Coronoya” veya “F_covid” (yani-korku_kovid) adıyla da anılıyor. Burada size çoğunuzun bildiği, hayal ürünü bir hikâyeyi hatırlatmak isterim.
Söylenilene göre, hekim İskenderiye şehrinde bulunduğu bir sırada, omzunun üstünde, içi boş bir torbayla Veba’nın geldiğini görmüş. Ona orada ne aradığını sorduğu zaman, Veba, yıllık vergisini tahsil etmek üzere bin tane can almaya geldiğini söylemiş. Hekim de onu, kaderin ona izin verdiğinden bir tane bile fazlasını almaması yolunda uyarmış. Veba, bunu kabul etmiş ama birkaç ay sonra İskenderiye’den çıkarken yanında götürdüğü canların sayısı 20.000’den az değilmiş. Buna çok sinirlenen hekim, onu yalancılıkla suçladığındaysa Veba, anlaşmayı bozmadığını ve hastalıktan ölen 1000 kişi olduğunu, geri kalanların korkudan öldüğünü söylemiş.
Hikâyenin bize aktarmak istediği öz çok nettir, kabul etmeliyiz ki dünyada giderek artan bir korku iklimi var. Ancak, korku kendisini, insan insana ilişkilerde başka şekillerde gösteriyor.
İşte birkaç örnek: Geçenlerde gazetelerde çıkan haberlerde Fransa’nın, İtalya’ya giden maskelere el koyduğu ile ilgili haberi, hepiniz okumuşsunuzdur. Kanada Başbakanı, Asya kökenli Kanada vatandaşlarının karşı karşıya olduğu ayrımcılığa istinaden, yabancı düşmanlığını kınadı. Kahire’de Japonya Büyükelçiliği, mağaza görevlilerinin kendi vatandaşlarına hizmet etmekte tereddüt ettiğini ve vatandaşlarının sokakta taciz edildiklerini duyurdu. ABD’de bulunan Utah Üniversitesi “başka kişinin ırkı, rengi, özürlülüğü, dini, cinsiyetine karşı hareketler, nefret suçu olarak kabul edilir. Kişinin etnik köken, dil, ülke veya bölge ile ilişkisi, bu virüs için bir risk faktörü değildir ve bu durumun, sağlık görevlilerinin COVID-19lu hastaya bakım vermeyi reddetmesinin bir nedeni olamayacağını” vurgulayan bir deklerasyon yayınladı. Çin’de yabancıların birçoğu mağazalara, restoranlara alınmamaya başladı. Hindistan’da yaşayan yabancılar, kiralık evlerden tahliye de dâhil olmak üzere bazı ayrımcı davranışlara maruz kaldılar. Fransa’da bir doktor “corona virüs ilaç testleri, Afrikalılar üzerinde denenmesi gerekir” dedi. İşte, bu örneklerden sizlerin de açıkça fark edeceği gibi kendisini ırkçılık, ayrımcılık olarak gösteren bu ve daha birçok örneğin arkasında korku yok mudur?
Bu tür yersiz söylemlere karşın, dünyada çok şükür ki, sağduyulu düşünen insanlar da var; İtalya’da yaşayan yaşlı bir Nine bütün dünyaya: “Koronavirüs nedeniyle etnik gruplara ayrımcılık yapmayın. Ne virüs Çinlilerin suçu ne başkası Afrikalıların suçu. Unutmayın, koronavirüs gider, ayrımcılık kalır. Aşısı da yoktur!” şeklinde tarihe geçecek çağrıyla ders verdi.
ABD San Francisco’da yetkililer “ırkçılık da bir virüstür.” açıklamalarını yaptı.
Birleşmiş Milletler Covid-19 ile savaşta, ülkeleri insan haklarına saygılı olmaya davet etti. “Pandemiyle, ayrımcılık olmaksızın -tüm- insanlarla birlikte savaşılabilir”, uyarısını yapıyor. Bunlar, yaşadığımız salgınla birlikte, daha belirgin hâle gelen insan insana ilişkilerimize dair haberleridir ve bu söylem ve davranışlara karşı zekâ, sevgi ve cesaret gösteren kişi ve kurumlara ihtiyaç var diye düşünüyorum…
Evet, sevgili dostlar özetle, Tüm dünyada, korku ile gelen bir ayrışma mevcuttur. Çok açıktır ki ayrımcılık, böler ve parçalar. “Hepimiz” düşüncesinden, “biz ve ötekiler”e ve sonra “ben ve öteki”ne kadar giderek küçülür, bireyi tek başına bırakana kadar dünyadaki en ufak parçayı ortaya çıkartır.
Oysaki doğal ya da insan eliyle gerçekleşen felaketler ya da sorunlar, her zaman birlikte dayanışma ve işbirliği ile aşılmıştır. Tarih bunun en iyi tanığıdır.
İnsanlık tarihinde ortaya çıkan başarılar, bir kişinin ivmesiyle başlatılmış olsa da, onun yanında olanlarla sürdürülebilmiş ve sonlandırılabilmiştir. Gelişmiş, uygar millet olmanın arkasında ortak bir özellik gözlemleyebiliriz ki o, zekâdır. Çünkü ancak zeki insanlar diğerleriyle işbirliği yapabilir ve birlikte çalışarak sorunların üstesinden gelirler.
Uzaya bir kişi gider ama arkasında her biri farklı alanlarda çalışan devasa bir ekip vardır. Coğrafi keşiflerde bir kişiyi tanırız ama onunla işbirliği yapan sayısız insan vardır. Bir icat ortaya çıkar ama onun için çalışan kişilerin desteğiyle, o icat edilir. Komutan zafer kazanır ama yanında yiğit kişilerden oluşan bir ordu vardır.
Şu anda tüm dünya, salgına karşı çare ararken, her bir ülke-bilim insanı-yönetici diğerinin tecrübesinden faydalanıyor, birbirlerine bilgi ve olanaklarını sunuyor. Keşke tüm insanlık bu tür bir işbirliğine yatkın olsaydı…
Korkunun ortaya çıkardığı ırkçı ve ayrımcı söylem ve eylemler, giderek, diğer insanla çatışmalara, çatışmalar öfkeye ve öfke de zaman içerisinde şiddete dönüşebilir. Bir Kartopu misali… Yukarıdan atılan minik bir taş sanırsın, ama başımıza düşen büyük bir gülle olabilir. İnsanlığı öfke ve sonucunda şiddete sürükleyen bu tarz eğilimlere çok dikkat etmeli ve anlayış geliştirmeliyiz. Bu davranışın arkasında insani bir korku vardır. Bir filozofun belirtiği gibi “Kendini ifade edemeyen kişiler, öfkelenirler.” Öfke veya hiddet, kontrolsüz ve büyük bir duygusal boşalmadır, kişiliğimizin kontrolünü kaybettirerek mantığı gölgeleyen ve körleştiren bir duygudur. Bizi rahatsız eden ve saldırma isteği meydana getiren bir şey karşısında “şiddetli” bir eylemdir, öfke.
Bunu bir örnekle açıklayalım, sevgili dostlarım. Bir insana öfke hâkim olduğu zaman, bakışı sertleşir, sesi değişir, elleri titremez mi? İçinde kendisinin bile bilmediği bir hayvan ortaya çıkmaz mı? Öfkesini bağırarak, şiddete dayalı hareketleriyle göstermez mi veya kapıyı çarparak ya da ortalıkla her şeyi devirerek göstermez mi? İnsan insana öfkeyle saldırmaz mı? Öfkedir, insanı mahrum eden kendi aklını kullanmaktan.
Madem öfkeli olmayı tercih etmiyoruz, Gelin şimdi de öfkeyi nasıl yöneteceğimiz üzerinde biraz konuşalım. Öfkeyi yönetebilmek için;
- Önce öfkenin bizdeki şeklini tanımak gerekir, kendisini nasıl gösteriyor, öfkenin ayak seslerini nasıl duyuyoruz. Kabul aşaması, bu olumsuz duyguyu yönetebilmek için ilk adımdır.
- İkinci adım ise, onu yönetmeyi istemektir. Doğru ile yanlışı ayırt eden zekâyla, öfkeye galip gelecek daha evrensel ve zamansız fikirleri geliştirmeyi istemektir.
- Öfkenin karşısına Ölçülülük anlamında erdemlerden birini veya birkaçını koymaksa, üçüncü adımdır. Mesela hoşgörü, cömertlik, şefkat, merhamet gibi. Merhamet yanlış anlaşılmasın, salt acımak değildir, acıyı hafifletmek amaçlı bir erdemdir. Başka bir buluşmada biraz merhamet üzerine konuşabiliriz.
Kapatırken, korkunun öne çıkardığı, insan insana ilişkilerdeki ayrımcı, ırkçı ve öfke hâlinden kurtulmaktan bahsettiğimizi bir kere daha hatırlayalım. Bazıları diyebilir ki, “bana ne diğerlerinden, ben kendime ve kendi yaşadığıma bakarım.” Düşünün, şu anda dünyada tek başımıza kalmış olsaydık, daha mı iyi hissedecektik? Yoksa tüm ülkelerin bilim insanları, bütün insanlık için çareyi bulduklarında mı mutlu olacağız, zafer kazanmış gibi mi hissedeceğiz ve minnet duyacağız? İnsanın insana ihtiyacı vardır.
Bu tarz ayrımcı söylem ve davranışlara, cömertlik, şefkat, hoşgörü, merhamet gösterelim, arkasında korku vardır.
Dünya değişiyor; bazı düşünürlere göre ikiye ayrılıyor. Birlikte yaşama kapasitesi gösterenler ve birlikte yaşama kapasitesi gösteremeyenler olarak. Birlikte yaşama kapasitesi gösteremeyenler, ayrımcılık ve bölücülük yaparak tarihteki taş devrindeki gibi mağara hayatına geri dönebilir. Birlikte yaşama kapasitesi gösterenler ise, insanı güçlü kılacak yukarı ve ileriye gidişatı gerçekleştirebilir.
İnsanlığın nereye doğru gittiğini bilmiyoruz. Bunu insanlığın bugünkü davranışı belirleyecek. Zekâ ve sevgiyle işbirliği gösterecek cesur insanlar belirleyecek. Onlar yoksa, mağaraya gideceğimiz çok olasıdır.
Doğada hiçbir şey kendiliğinden olmaz, mutlaka bir etki yapan unsur vardır. Etki yapan mı olacağız, etkilenen mi? Bu bize kalmış.
Ayrımcılık bizi küçültür ve kolayca bir şekilde bizi yok olmaya sürükler. Bir arada, uyumlu bir şekilde kalan ise, güçlenerek çıkar. Yine bir filozof der ki “Kuşkusuz, nasıl çok sayıda Orta Çağ’ın önceden yaşandığı ve insanlığın da bu devirlerin tümünden büyüyerek çıktığı gibi, kendisini beklemekte olan bu garip dönemden de “yeniden doğarak” çıkacaktır. Ama yeniden doğuş için bir uyanışa, günümüzün yanılgılarını tanımak ve doğru seçimleri yapmaya ihtiyaç vardır.”
Bizi birleştiren unsurlara öncelik verelim. Kim bilir belki de bu felaket, bize sadece insan olarak birlikte yaşamayı, çalışmayı, öğrenmeyi değil, tüm doğa olarak birlikte yaşamayı öğretmek istiyordur.
Latinlerin söylediği gibi “Talih, cesurlara yardım eder.” Cesur olun, insanlık olarak bunu da aşacağız. Yarın yine güneş doğacak.
OYA UYSAL
Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin: