KIZILDERİLİ KADINLARIN RUHU
“Spirit Of Indian Women”
Judith Fitzgerald, Michael Oren Fitzgerald
Judith and Micheal Fitzgerald’ın Kişilikleri ve Hayatları
Dünya üzerinde Apsaroke, Sioux, Cheyenne, Shoshone, Bannock ve diğer Apachi kabilelerindekiler gibi bazı kutsal ayinlere katılmışlardır. Genel olarak oriyental kültürlere ve dini geleneklere ilgi duyarlar. Özellikle Amerikan Kızılderililerin tinsel geleneklerine ilgileri vardır. Kişisel hayatlarında da evli olan ve bir oğulları olan bu çift “geleneksel kültür gezginleri” olarak bilinirler.
Michael Fitzgerald Bloomington’daki Indiana Üniversitesi’nde “Devam eden çalışmalar” bölümünde “Kuzey Amerikan Kızılderililerinin Dini Gelenekleri” üzerine ders vermiştir. Kendisi ‘ForeWord Book of the Year’ Ödülü ve ‘Ben Franklin’ ödülü almıştır.
Eşi Judith Fitzgerald ise, tüm bu araştırmacı yazarlığının yanı sıra sanatçı, kaligraf, grafik tasarımcıdır.
Michael ve Judith’in birlikte yayınladıkları geleneksel kültürlere ve Kızılderililere de dair pek çok eserleri olmuştur. Ayrıca bu ünlü çift son yüzyılın en ünlü Amerikan Kızılderili Spiritüel Liderlerinden biri olan Thomas Yellowtail (Sarıkuyruk) tarafından kabul edilmişlerdir.
Bu yazarların bazı diğer eserleri ise şöyledir:
– Indian Spirit, 2006
– The Universal Spirit of Islam, 2006
– Yellowtail, Crow Medicine Man and Sun Dance Chief: An Autobiography by Thomas Yellowtail and Michael Oren Fitzgerald,1991
– The Sermon of all creation: Christians on Nature, 2005
– Christian Spirit, 2004
Ayrıca Michael Fitzgerald, 2006’da “The Sun Dance Way” ve 2007’de “Native Spirit” adlı iki film de yapmıştır.
“Spirit of Indian Woman” Kitabı Hakkında
Kitabın ortaya çıkışında pek çok tecrübe ve bilgi birikimi etkili olmuştur.
Indiana Üniversitesi’nde Joseph Epes Brown adlı hocanın öğrencisi olarak araştırmalar yapan Michael (yazarımız)’in verdiği, 1970 yılında “Kuzey Amerikan Kızılderililerin Dini Gelenekleri” adlı Master dersi kendisini bu kitabın yazımına iten bir çalışma olmuştur.
Bu çalışmaya Mark Cowdry adlı, Kızılderili fotoğrafçılığında ustalaşmış kişinin fotoğraf koleksiyonu eklendiğinde kitabın yarısını oluşturan gerçek resimler ortaya çıkmıştır. Ancak anlaşılabileceği üzere kitap Kızılderililer üzerine bir yazı olmaktan ziyade, Kızılderililerin kendi seslerini yansıtan bir kılavuz gibidir. Onlardan alıntılar olan, onların anlatımlarıyla dolu bir fotoğraf albümünü andırdığını söyleyebiliriz. Bunun sebebi de kaynak olarak kitabın temelini oluşturan, 1974 yılında yapılan, pek çok Kızılderili kadının seslerinin kaydedilip koleksiyon olarak toplandığı bir araştırma olduğunu söylemek mümkündür.
Kitap, 2005 yılında basıldığında, şu kabilelerin seslerini yansıtır nitelik oluşturuyordu: Dakota, Lacota, Pawnee, Northern Blackfeet, Salish, Absaroke, Hopi, Yurok, Hidatsa Yerlileri.
Kitap Nasıl Ortaya Çıktı?
Kitabı ortaya çıkaran asıl güdüm, tarihsel bir çatışmadan doğmuştur. 19. Yüzyılda “Amerika’nın Tarihsel İlerleyişi” üzerine yazılan tarih kitapları Kızılderililerden söz etmiyor bile. Yok olan bu ırk aslında sanki hiç var olmamış gibi.
Spirit Of Indian Women kitabının yazarları gibi Kızılderilileri antropoloji tarihine katmak konusunda paralellik gösteren başkaları da olmuştur: “Bir Antropolog Olmayı Öğrenmek ve Yerli Kalmak” kitabı ile Beatrice Medicine (Antropolog) ve “Kızılderili Tarihinin Problemleri” adlı kitabı ile Frederick Hoxie (Tarihçi) gibi.
Kızılderililerin konu olarak ele alınmasının yanı sıra bu kitapla birlikte “kadının toplumdaki, kabiledeki rolü” de ele alındı. Araştırmadaki belirgin tutum başka bir çatışmadan kaynaklanmakta; kitap, erkeğin tarihteki liderliğinin tarih kitaplarını doldurmasına karşıt olarak kadının toplumdaki rolü ve tarihe kattıklarını vurgulamak açısından çok önemli bir çalışma örneğidir.
Edebiyat dalında bu karşı duruşa örnek olabilecek Ursula Le Guin’in Lavinia adlı kitabı gibi kurgusal bir çatışma örneği bulunmaktadır. Roma’nın kuruluşunu anlatan Virgil’in “Aeneid” kitabının sayfalarını dolduran kahraman erkeklere karşı, Le Guin’in kurguladığı, Roma’nın kuruluşunda bir kadının rolünün ne olmuş olabileceğine dair bir kurgu olan “Lavinia” kitabı benzer bir tutumla edebiyata yaklaşır.
Kızılderili Kadının İdeal Özellikleri
Kızılderililer, kadının doğasını çok iyi tanıyorlardı. Onlardan fiziksel güç gerektiren ya da eşlerini seçmek gibi duygusal güç gerektiren erdemleri beklemediler. Onlardan verici enerjilerini kanalize edebilecekleri “şifacılar” olarak ya da zihinsel güçlerini kanalize edebilecekleri “ahlak sorumluları”, “ocağın bekçileri” ya da “çocukların eğitmenleri” olarak faydalandılar.
“O her zaman sessiz olandır ama yaşama dair aktivitelerin arkasındaki gücün sesidir.”
- Sükûnet: Kadına atfedilen yaşamsallık ve yaşamın döngüsünü devam ettirme gücü onun mistik sessizliğinden geliyordu. Sessizlik kontrol altına alınmış bir zihin ve ortaya çıkan bir ruhsallığın ifadesiydi. Kızılderililerde, çocuklar bile gereğinden fazla yüksek sesle konuşuyorlarsa “ölüleri uyandıracakları” düşüncesiyle uyarılırlardı.
- Asalet ve Alçakgönüllülük: Spiritüel içgörü için bu ruhsal asaleti ve alçakgönüllüğü kazanmış olmaları onlardan beklenirdi. Fazla ego ile ne çocuk eğitilebilineceğini ne de şifacı olunabileceğini bilirlerdi.
- Fiziksel Dayanıklılık: Kadının dayanıklılığı enerjisini uzun süre kullanabilmekle ilgili denemeleri aşmasından ibaretti. Kışın ve yazın dâhil her sabah soğuk duş alırlardı ve şifacı “terleme odası”nda, son sınavını verirdi.
- Ruhsal İçgörü: İlahiyatla iletişim içinde olması bir kadının doğası olarak görülürdü, bu şamanik bir yaklaşıma benzer. Kadın doğanın güçlerinden faydalanmayı bilendi. Bu bazı mitoslarda görülmektedir; mesela tütünü getiren kadındır, bereketi getiren de odur. Erken yaşta bir ruh genç kıza görünür. Ruhun görünmesi için kız iç hazırlık sürecine girer ve bu ruh ona kimliğini kazandıracak güç gibidir. “Toplumuma nasıl faydalı olurum” sorusunun cevabıdır.
- Ruhsal Öğretici, Çocuğun Hemşiresi: Çocuklardan kadın sorumludur.
- Ahlaki Erdem: Irklarının kurtuluşu, kanlarının saflığı, kabilelerinin ahlak sistemleri, evin onuru, ailenin alçakgönüllülüğüdür kadın.
- Yuva Kadınındır: Kadın ocağının ve kabilesinin “ateşini” canlı tutar, ailesini ve kabilesini besler.
- Uysallık, İtaatkârlık: Kadın, verdiği sözlere, babasının ve kabile şefinin kararına sadık kalır, inatçı ve sivri biri değil, derin ve yumuşak başlı biridir kadın. Babasının kendisi için seçtiği kişi ile evlenir ve büyüklerin öğüdünü dinler.
- Diğerlerine nezaket.
“Biz bugünkü zor zamanları o dönemlerde görmedik. Kimse tembel değildi, coşkusuz da değildi ya da kimse içmezdi ve birbiriyle dövüşmezdi.”
Kadına bu erdemleri atfeden toplum, ona ait olduğu yeri, değeri ve özellikleri veriyordu. Günümüzde kadın ve erkeğin rekabet etmesinin sebebi, kadından sahip olması beklenen “doğal erdemlerin” toplum için de değerli olmasıdır. Bu erdemler soyut erdemlerdir ve maalesef maddenin ve görünenin değerli olduğu bir toplumda kadının topluma verebileceği değerler ondan beklenmiyor, toplum yozlaşmaya doğru gidiyor. Kızılderililer biliyorlardı ve diyorlardı ki:
“Bir toplumda, kadınların kalpleri dünyalık olana kadar çökmez. Eğer öyle oluyorsa da, savaşçıların ne kadar cesur olduğunun ya da silahlarının ne kadar güçlü olduğunun artık bir önemi kalmaz.”
Kadının sahip olabileceği ahlak, ruhsal içgörü, sükûnet ya da itaatkârlık gibi değerler bugün moda değil ve belki Kızılderili Kadınları çalışmak, kadına kendi doğasını yeniden hatırlatabilir.
Kadına bu rolleri veren ve bu rolü erkeğin savaşçılığından daha önemli gören bu toplumun bazı ideal özellikleri vardı;
Kardeşlik Yasaları
Her şeyin üzerinde tutulan bir yasadır. Zor koşullara rağmen “kabile ideali”ni yaşatmak her şeyden önemlidir. “İyi bir akraba olmak” çok değerlidir. Kişisel diğer her şey bundan sonradır. Eğer bir kişinin hayat amacı bu yasaları korumak değilse ve kişisel bir şey onun için daha ön plandaysa artık bir “Dakota”lı sayılmaz, çünkü insan gibi davranmamış sayılır.
Geleneğin Önemi ve Tören
Geleneğin aktarılması onlar için kimlik gibiydi. Bunu koruyan törenler yapılır ve semboller taşınırdı. Mesela sembol olarak taşıdıkları bıçak-cömertlik, çuvaldız-çalışkanlık, kese-misafirperverlik anlamlarına gelirdi ve taşıyan kişiye bu erdemleri geliştirmeyi hatırlatırdı.
Geleneğin aktarılmasının diğer bir yolu da töreni yaşatmaktı. Bir tören yapıldığında içinde mutlaka belli semboller ve denemeler olurdu ki, törene giren ve törenden çıkan kişi aynı kişi olarak kalmazdı.
Tören onlar için içsel dönüşümü sağlayan bir araçtı ve törenlerin belli özellikleri vardı: tören yasa ve düzen içinde yapılırdı, saat hesaplamadan törene teslim olunması beklenirdi. Kadın ve erkekler törene ayrı ayrı katılırdı, tören içinde deneme ve acı olurdu, bu şekilde içgüdülere hâkim olmak kutsal tarafı açığa çıkarmak amaçlanırdı.
“Törene katılmak bizim için görünen ve görünmeyen tüm yaşam döngüsünün bir parçası olmak demekti.
Törenler, bize dengeyi sağlamamızı hatırlatır, birbirimizle barış içinde olmamız, yaratıcıyı ve dünyayı onurlandırmamız gerektiğini ve iyileştirici güçlere saygı göstermemiz gerektiğini hatırlatırlardı.”
Hayatı Tören Olarak Yaşadılar
Varoluş teorileri “hayatta her şey bir anlama sahiptir.” Bu nedenle de bedenlerinin ötesindeki özlerini yaşatmaya çalıştılar; buza düşünce karla ısındılar, ıslanınca kurumaya çalışmadılar.
Hediye Verme Gelenekleri
Hediye birbirlerini onurlandırmak için verilirdi ve vermeyene acırlardı, “güçlü bir ruhu yok” diye düşünürlerdi. Hediyeler, verilen kişide kalmaz elden ele geçerdi.
“Çocuklarım, asla verirken kısmayın. Ya kendi varlığınıza değecek şekilde verin ya da hiç vermeyin. Hesaplayarak ya da duraksayarak vererek o insanın haysiyetiyle oynayacağınıza, onu hiç onurlandırmamanız daha iyidir. Çocuklarım cimri olmaktansa, vermek ve hiçbir şeyimizin kalmaması daha iyidir.”
Yönetim Şekilleri
Kalimatik tarzda yönetilirlerdi yani, kabile şefleri kararları alırdı ve bilge yaşlı kişiler bu kararlar verilirken sayılırlar, fikir danışılırlar ve herkes tarafından da saygı görürlerdi. Kabile şefinin çadırına herkes gelir ve tavsiye alırdı. Şef kabilenin aile babası figürüydü. Şef, ruhsal yuvanın babasıydı, herkes için dua ederdi.
Şef’in etrafında iç halkada erkekler, dış halkada kadınlar olmak üzere toplantılar olurdu. Kadınların dış halka olması, onları tütünden korumak içindi, ayrımcılık sebebiyle değil.
Ekonomik Sistemleri
“Bir adam nabzı hiç hızlanmadan verebilmelidir.”
Beyaz adamla aynı amacı taşıyorlardı; güvenlik ama farklı bir yol izliyorlardı, sahip olmak değil, vermek.
Evlilik
Çok özel, istisna durumlarda kabile şefleri çok eşli olabilirdi. Eşler birbirlerini seçemezdi, babalar evlendirirdi. Erkek ve kadın farklı kabilelerden olmak zorundaydı. İyilikten aşk ve mutluluk doğuyordu. Kızı evlenirken babasına söz verirdi “Kocamı kendisi yapacağım.” Eşler her tehlikeyi birlikte göğüslüyorlardı. Savaşlarda kadın arka planda durup, yaralı kocasını taşırdı. Ev işlerinde erkek, ağır işlere yardım ederdi.
Kızılderili Kadının Kutsal Görevleri
Çocuk Yetiştirme
“Ailenin kalbi annedir çünkü yaşam ondan gelir.”
Beş yaşına kadar çocuk annesinin sorumluluğundaydı sonra erkekse, babaya veriliyordu ve ardından büyükbabaya. Eğer kızsa büyükanneye veriliyordu ama her zaman aynı zamanda annenin kendi sorumluluğunda kalıyordu.
Çocukların büyükanne ve büyükbabaya verilmelerinin sebebi, geleneği korumak için onların bilgeliğinden faydalanmaktı. Ailede daha bilge biri varken neden çocuğu anne kendi küçük çemberinde yetiştirsindi ki? Kadınlar bu konuda da alçakgönüllüydüler.
Çocuk eğitimi sırasında, kız çocukta sadakat, çalışkanlık (hamaratlık), kurallara itaat etme; erkekte cömertlik, dürüstlük, cesaret erdemleri geliştirilmeye çalışılıyordu.
Çocuklara nasıl dua edileceği öğretilirdi ve onlarla alçak sesle konuşulurdu. Çocuk annenin kabilesine bağlı olurdu.
Kabile törenleri eğitimlerinin en önemli parçasıydı. Tüm doğadaki tanrısallığı (Büyük Spirit) çocuğa hissettirerek, onların doğaya olan merakını derinlikle besliyorlardı.
Çocuğa alay etmemesi öğretiliyordu, kötülük görüyorsa uzaklaşacak ama alay etmeyecekti.
“Herkese karşı iyi ol, çünkü kimsenin kalbini bilmiyorsun.”
Nezaket öyle kemik bir erdemdi ki, çocuklara kabalık geldiğinde buna “zamanın değişeceği an” ( suh-ah-kits-pe-oo-tani) olarak baktılar ve bu bir devrin kapanışı oldu.
Savaşta ve Barışta, Yönetimde Birlikte
“İnsanlığı yaratan ve kaderlerine yön veren savaşçılar değil, analardır.”
Kadının diğer bir görevi kabile divanının ateşinin koruyucusu ve bazı durumlarda divanın bir parçası olmaktı. Bu, Amerika Yerlileri’nde yönetim alanında da cinsiyetlerin birbirini tamamladığının bir göstergesiydi. Erkek karar mekanizması iken kadın da o kararlardaki “ruhu” korurdu, yani ateşi.
Kadın ailenin ruhundan da sorumluydu, aileyi asilleştirme görevi, kanın saflığı ve ahlaktan sorumluydu.
Ölüleri Anmak
Yuvanın ruhsal kısmını korumak kadının göreviydi ve bu ölümden sonra da geçerliydi. Kadın ölüleri hatırlatmak, anmak ve onların varlığını hanede korumakla görevliydi.
Yuva
Kızılderili sadece fiziksel planın gerçekliğin tamamını oluşturmayacağını biliyordu. Kadın, yuvayı her planda besleyendi. Güneş doğmadan kalkar, külleri temizler, dua eder, yemek yapardı. Kızılderili bir kadın için her yemek bir törendi. Aklından hiçbir kötü fikir geçirmeden yemeği pişirmek zorundaydı, çünkü düşüncelerimiz ve yüklediğimiz hislerin yemeğe geçtiği ve ordan da yiyen kişiyi o planlarda da beslediği düşünülürdü. Eğer bu kötü fikir ve duyguysa, yemekle birlikte yiyen kişiye bu fikirler de geçecek ve o kişiyi zayıflatacaktı.
Kadın, büyük yaratıcıya eylem ve dua ile şükran sunardı. Bir sanatla uğraşır mesela, sepet yapar ve ateşi besleyen kereste toplardı.
Şifacı Doktor
Kızılderili kadınlar şifacı olarak toplumda rol alırlardı. Dayanıklılıkları denenerek bu mesleği edinirlerdi.
Şifacı olabilmek için genç, aktif, sağlıklı, zorluk ve ceza karşısında şikâyet etmeyen olmalıydılar. Saflığı korumak ve doğadaki güçlerden faydalanmak üzerine eğitim alırlardı.
Şifacı olarak son denemeleri terleme odası ve dağda inzivaya çekilmekti. Halka içerisinde akrabalarına sarılarak göğsü çıplak ve altında kalın bir etekle dans ettirilir ve yorgunluktan bayılacak duruma geldiğinde dahi bu dans devam ederdi, ta ki yere yığılana dek. Bu sınav için bir şifacı 5-10 yıl kadar hazırlık yapardı, yani bu denemeyi aşmaya hazır olana kadar eğitilirdi. Ardından da aşabilirse dağda 10 gün kadar inzivaya çekilmesi gerekirdi.
Kaderin Yöneticisi
”Dünyanın kaderi kadınların ellerindedir.”
Kadınlar kaderden de sorumluydular; kaderden sorumlu yaşlı kadın her gün kaderin örgüsünü örer. Ancak bu yaşlı kadının bir köpeği vardır ve bu köpek de yaşlı kadın yorulup uykuya dalana kadar bekler ve uyuyunca da kadının ördüğünü sökmeye başlar. Köpek uyuyakalıp yaşlı kadın örgüyü tamamlayabildiğinde insanlık sona erecektir. Kaderin sorumluluğu bilge kadının ellerindedir.
Öğretmen
İçgüdüleri yönetmeyi kabilesine öğretir, bu konuda kadın örnek olur. Sadece çocukların eğitiminden değil, toplumunun eğitiminden sorumludur. Tıpkı bir öğretmenin sorumluluğunda, kadın toplumuna ilham olur.
Saygı Duyulanlar, Büyükanneler, Ebeveyn Bağlılığı
Kızılderili büyükanneler, öykü ve efsane anlatıcılarıydılar. Çocuklar anne babalarından ziyade büyükanne ve büyükbabalarının gözetiminde ve eğitiminde büyütülürlerdi. Çünkü onlar “geleneğin” aktarıcılarıydılar.
Gelenek ve törenlerin aktarılması her türlü bilginin çocuğa verilmesinden daha önemliydi ve bu hayata daha “pratik” bir bakış açısıyla yaklaşmalarıyla ilişkiliydi.
Büyükanneler, anne babaya ve atalara bağlılığı öğretendi. Bilge bir hayat örneği oluştururlardı. Saygı görürlerdi. İrade gücünü ve diğerlerini düşünmeyi öğretirlerdi.
Genç Kızılderili Kadınların Törenleri
- “Bakireler Şöleni”
Evlenmemiş kızlar, belli aralıklarla ortaya kalp şeklinde kırmızıya boyadıkları bir taş, yanına bıçak ve ok koyar, etrafında iç içe iki halka oluşturur ve sonra sırasıyla ortaya gelerek sessizce taşa ellerini koyarlar. Bu kızın bakire olduğunun bir göstergesidir. Eğer grupta o sırada şüphesi olan bir izleyici varsa kıza meydan okuma hakkına sahiptir ve bu meydan okumada haksızsa kendisi, haklıysa kız cezalandırılır ki bıçak ve ok da sembolik olarak bunun işaretidir.
- İlk Erginleşme İnzivası ve Orucu
Genç kız, ilk erginleştiğinde dönem bitene kadar, 10 gün kadar inzivaya çekilir, oruç tutar ve bu dönemde onunla kimse görüşmez. İlk gün oruç tutmaya başlar, her gün duş alır ve annelik üzerine düşünür. Aileye geri döndüğünde, terleme banyosuna girer, artık farklı bir giysi giyerek durumunu gösterir, arınmış kabul edilir ve o artık ergin biridir.
- Özel Günü
Kadının özel günü kutsaldır. Bu dönemde hiçbir erkek onu göremez. Bu kadının özel gününe duyulan saygıdan kaynaklanır. Aynı zamanda bu dönemde kadının enerjisisnin çok güçlü olduğu, erkeğin erkekliğini etkileyecek ve onu kendi gücünden yoksun bırakacak bir etkiye sahip olduğu düşünülür. Kadın işlerinden o dönemde muaf tutulur ve ailedeki diğer kadın akrabalar ona hizmet eder.
- Hamilelik
Bu dönemde kadın, sadece eşinin sorumluluğunda olur, kabileden uzakta inzivaya çekilir. Eşi, yeni işlerle “güçlü” bir baba olacağını kabilesine ispat etme dönemine girerken, kadın için bu dönem yeni bir yaşamsallığa rahim olma kapasitesini kendinde uyandırma açısından kutsal sayılır. Kadın, çocuğu 5-6 yaşına gelene kadar bir daha hamile kalamaz. Yani her yeni hamilelik süreci için en az beş yılın geçmesini bekler.
İnanç
“Bu ben değilim, bu Tanrı’nın gücü. O sayede yaptıklarımı yapabiliyorum.”
Her yer onlar için dua yeriydi ve tüm doğa bu nedenle kutsaldı. Ayrı bir tapınak inşa etmediler. Onlar için doğadaki ruhlar tek bir kaynağın izleriydi. Tekâmül ve atalarının bilgeliğine bağlı eylemlerde bulunmak önemliydi.
Tanrıya çeşitli sıfatlarla seslendiler: Wakan. Taku wakan. Wakan tanka. Taku skanskan. Wahupa. Wah-pee-wah-mow (ama büyük gizemin asıl adı asla söylenmedi). O, her şeyde ve doğadaydı. Doğaya nüfus eden o güce dua ettiler, doğaya değil.
Var olan her şeyin bir ruhu vardı, bu ruhlara dua ettiler, onlara yemek sundular. Yemeğin ruhunun, var olanın ardındaki Tanrıları, güçleri, ruhları beslediğini düşündüler. Kötü ruhlardan evlerini arındırmak için sedir ağacı tütsüleri yaktılar.
Onları daha alçakgönüllü ve asil kılacak bir dinleri vardı. Her gün ve saat saat “kaynak”la temas etmenin yollarını aradılar.
Ölümden sonra doğruluk içinde bir hayat yaşamışsa cennet için merdiveni olan cheek cheek alth’a geleceklerine inanırlardı.
“Yalnız yürümüyoruz.
Büyük yaratıcı arkamızda yürüyor.
Bunu bil ve şükran duy.”
ELİF ÖZTÜRK
KAYNAKÇA
Fitzgerald, Judith and Michael Oren Fitzgerald. The Spirit of Indian Women.
Bloomington: World Wisdom Inc, 2005. Print.