KORKULARLA MÜCADELE
Korkunun uzun parmakları günümüzde tüm dünyayı sarmış durumda.
Bu yazıda daha çok korku ile mücadele etmenin öneminden ve özellikle korkunun bizi ne kadar etkilediğinden ve onu nasıl kontrol edebileceğimizden bahsedeceğim.
Korku nedir?
Korku bizi aşan ve bize zarar veren güçleri durdurmak için, az güce sahip olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Korkunun temelinde cehalet vardır. Hiçbirimiz, evrende olan her şeyi bildiğimizi iddia edemeyiz ama öğrenebiliriz.
Korku ne yapar? İnsan için faydalı mı zararlı mıdır?
Dolayısıyla korku duymak doğaldır ama ölçüsü kaçtığında sorun hâline gelir. Korkunun birazı iyidir ki kendimizi korumamızı yardımcı olur ama ölçüsünü kaçırıp, paniğe sürüklediğinde de aklımız ve zekâmızın önüne perde koyar, çözümler üretemeyiz. Korku duyduğunda insanın iki seçeneği vardır; ya yardım edilmeyi bekleyecektir ya da kendisine yardım edecektir. Ya pes edecektir ya da mücadele edecektir.
Salgın nedeniyle hepimiz sadece fiziksel değil, zihinsel ve psikolojik olarak da hapishaneye girmiş gibi hissediyoruz. Yaşamdan yalıtıldık ve bu yalıtılmışlıktan dolayı korkuyoruz. Değişimden korkuyoruz, çünkü her kriz, bizi alışkanlıklarımızdan uzaklaştırıyor. Ancak dünya sürekli dönüyor ve yarın, yine güneş doğacak.
Her şeyin bu virüsle birlikte değişeceği söyleniyor, doğrudur. Tarihteki salgınlar nasıl yaşamımızı daha iyiye doğru yöneltti ise bu salgın sonrasında da daha iyiye yönelmiş olabiliriz. Sorabilirsiniz, tarihte salgınlar neyi değiştirdi diye, çok örnek verilebilir, örneğin şehirlerimizin daha hijyenik olması için altyapı sistemleri geliştirdik, bir arada yaşamayı daha sağlıklı kılabilmek için her gün duş almayı, ellerimizi yıkamayı, dişimizi fırçalamayı, daha önceki krizler bize öğretmişti. Tıp ve eczacılık özelinde bilim ilerledi. Daha iyi ve çeşitli beslenme gerekliliğini öğrendik. Bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendirebileceğimiz üzerine yoğunlaştık. Unutmuş olabiliriz ama daha önce bunları öğrendik. Tarihte yönetim şekilleri bile değişti, feodalizm yıkıldı. Tarihçiler, Rönesans’ı oluşturan sebepler arasında salgınları da bir etken olarak gösterdi.
Eğer yaşam şeklimizi daha iyiye yönlendirecek isek korku ile neden mücadele etmeyelim?
Yaşadığımız durum, etkiye bir tepki değil midir? Yaşadığımız evi sömürmemiz ve dengesini bozmamızın payı yok mu? Bencilliğimiz, vurdumduymazlığımız ve birlikte yaşamın gerekliliklerini unutmamız değil midir tüm bunlara neden olan? Şimdi korkuyoruz ama zekâmız sayesinde, tarihte nasıl üstesinden gelindiyse yine aynı şekilde birlikte mücadele ederek bu süreçlerden de daha iyi şekilde çıkacağız. Tüm problemlerin çözümü vardır.
Korkuyla mücadelede, hangi güçlerin yardımıyla mücadele edebiliriz diye sorabilirsiniz. İlk akla gelen yanıt cesarettir. Doğru, cesarete gerek vardır ve cesaretin eksikliğidir korku ama cesaretin fazlası da aptalca bir gözü karalıktır. Her şeyde olduğu gibi ölçülü olmayı da bilmek gerekir. Bu ölçülülük durumu bizi zekâmızı kullanmaya zorlar. Zekâ, yeni koşullara uyum sağlamaktır. Zekâ, doğru ile yanlışı ayırt ederek, herkes için her zaman geçerli olacak olan iyiyi ve doğruyu keşfeder. Ama her türlü kötülüğü, bölücülüğü, ayırt ediciliği yok edecek bir dosta ihtiyacı vardır. O da sevgidir. Bir kişiye veya nesneye değil tabii ki… Bizi saran her şeye ve herkese karşı olan sevgidir. Çünkü çözüm sadece bir kesimi kapsıyorsa, doğru ve iyi olmayabilir.
Şimdi tarihten bir hikâye anlatayım sizlere. Denir ki Sparta kralı ve komutanı Leonidas, Thermopolis geçidinde Perslere karşı verdiği ölüm mücadelesinde her evden bir erkek alır. Sadece bir evden her iki erkeği de alır. Bunun üzerine o evin hanımı, Leonidas’ın kapısına dayanır. Neden der, her evden bir erkek aldın da benim ailemden iki yiğidimi alıyorsun? Soyum tükenecek. Leonidas, ağlayarak yakınan kadına şöyle der, çünkü sen Sparta’nın en güçlü kadınısın. Sparta’nın diğer kadınları sana bakacak ve ağlamayacak ve Pers istilası karşısında bir araya gelecek Yunan askerlerinin kadınları Sparta’ya bakacak ve ağlamayacak.
Ayakta kalmalıyız ve ayağa kaldırmak için mücadele etmeliyiz.
Nasıl?
Aşk ve zekâ ile donatılmış cesaret ile.
Sadece kendimiz için değil, herkes için çözüm yollarını arayıp, uygulamaya koymaya çalışarak.
Bize yardım edebilecek değişime açık olarak.
Dünyada bundan sonra neler değişebilir?
İmece kültürümüz – toplumsal dayanışmamız tekrar geri mi gelir? Ne güzel olur…
Üretirken, doğayla uyumlu geleneksel yöntemler mi geri gelir? Ne güzel olur…
Tüketirken, tokgözlü olarak sadece gerçekten ihtiyacımız olanı mı alırız? Ne güzel olur…
Doğanın bir dengesi olduğunu ve bu dengeyi korumak gerektiğini tekrar birbirimize hatırlatır mıyız? Bunu gözetir miyiz? Ne güzel olur…
Doğanın sağlığı ile insanın sağlığı arasında kopmaz bir bağ olduğunu dikkate alır mıyız? Ne güzel olur…
Çekirdek ailelerimiz büyür de büyük aile formuna mı geçeriz, anneanne, babaanne, kardeş dayanışması mı yaşarız? Ne güzel olur…
Dostlarımız ve büyüklerimizi daha sık mı ararız? Ne güzel olur…
Komşularımızı tanımış mı oluruz? Ne güzel olur…
Her zaman bir miktar akçeyi kötü günler için ayırmayı mı öğreniriz? Ne güzel olur…
En küçük bir hastalık da antibiyotiklere sarılmak ve hızlıca ayağa kalkmak yerine, vücudumuzun kendini sağaltmasını sağlayacak yöntemleri de uygulamaya mı başlarız? Ne güzel olur…
Evde yemek yapmayı, ekmek-sirke-turşu-yoğurt yapmayı tekrar mı keşfederiz? Ne güzel olur…
En kısa mesafelere araçlarla gitmek yerine, temiz havayı soluyarak yürümek geri mi gelir? Ne güzel olur…
Herkes için ücretsiz sağlık ve herkes için ücretsiz eğitim imkânı oluşturmak, güzel değil mi?
Ve her şey daha iyiye doğru değişebilecekse, neden korkalım?
Değişimin yönünü belirleyecek olan cesur insanlardır. İnsanın kaderi, insan olarak en mükemmele ulaşmaktır. Ya bizi savunmasız bırakan bu ilkel korkuyla yaşarız ya da bizi hayata ve kadere doğru ilerleyen, kendinden emin insanlara dönüştüren tam değişim cesaretini gösterebiliriz.
Seçimlerimiz geleceğimizi belirler.
OYA UYSAL
Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin: