KÜÇÜK PRENS VE FELSEFE

Saint-Exupéry’nin[1] Küçük Prens kitabı 316 farklı dil ve lehçeye tercüme edilmiş ve 27 bölümden oluşmuştur. Her bölümde anlatılan olaylar, ilişkiler, düşünceler, kitabın «dostluk yoluyla yenilen yalnızlık» olan ana temasını değişik biçimlerde işlemektedir. Küçük Prens’in daha iyi insan olma yolunda bize öğrettiği değerler: sevgi, sadakat, bağlılık, dostluk, söz verme, sorumluluk, şefkat, saflık, masumiyet, güven, alçak gönüllülük ve hoşgörüdür. Konular bu erdemler etrafında gelişir. Okuyan kişiyi hayatın anlamını sorgulamaya, aramaya ve düşünmeye yönlendirir. Küçük Prens kitapta, kendi gezegeninde üç volkanı olan, gezegendeki kötü otları söken ve güneşin batışını izleyen biri olarak tarif edilir.

Küçük Prens, kendini tanıma yolculuğuna atılmış insanın sembolüdür. Zor zamanlarda ortaya çıkan “içsel insandır”, hayatta iyi nedir, kötü nedir diye soran, acı çeken ve bu acının sebebini arayan, merak eden, öğrenmek isteyen herkestir. Sokrates gibi herkese sorular sorar, zaten sürekli soru sormak, buna karşılık pek seyrek yanıt almak kitapta görülen özelliklerden biridir. Anlamsız dünyalarda yaşayan yalnız karakterlere, varoluşsal boşluklarının üzüntüsü ile yaşayan insanların gezegenlerine seyahat eder. Uğradığı her bir gezegende tek bir yetişkin yaşamaktadır. Onları tanımak, uğraşlarını öğrenmek için onlara sorular sorar. Gezegenden gezegene yaptığı yolculuk kendi içine yönelttiği bir bakıştır. Bu gezegenlerin her birinde oturan yetişkinlerin birbirinden değişik uğraşları vardır ancak hemen hepsinde görünen ortak özellik kendilerine dönüklük ve yalnızlıktır.

Sembollerle dolu olan Saint-Exupéry’nin anlattığı hikâye, dostluk ve hayatın anlamı hakkında bir kıssadır. İçinde görünen tüm karakterler, belirli insan ve zihniyet türlerini temsil eder:

Çiçek; sevilen kişi,

Tilki; gerçek dost ve bilge danışman,

Susuzluğu gidermek için hap satan kişi; tüketici zihniyeti,

Fenerci; görev adamı,

Kral; sevgi yoksunluğu, despotluk,

İş adamı; içsel fakirliğini mülkiyet ve kibirle gideren insanı…

Öykünün anlatıcısı olan pilot, yetişkin bir insandır ama içindeki çocuğu korumayı başarmıştır. Pilot, kendini tanıma yolunda olan, araştırmakta olan insandır. Hepimizde var olan çocuğu korumaya çalışan bir yetişkindir. Bunu kurduğu şu cümlelerden anlayabiliriz. Deseniz ki: “Kırmızı kiremitli güzel bir ev gördüm. Pencerelerinde saksılar, çatısında kumrular vardı”, bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama “Yüz bin liralık bir ev gördüm,” deyin, bakın nasıl “Aman ne güzel ev![2]” diye haykıracaklardır.

Küçük Prensin gezegeninde bir gün bir çiçek doğar. Küçük Prens ona bakar ama çiçek çok nazlıdır ve bundan rahatsız olur, gezegenini terk eder çünkü bütün iyi niyetine ve sevgisine rağmen gülünden şüphe etmiştir. Bununla ilgili “onu sevmeyi bilmek için çok gençtim” der.

Hikâyenin anlatıcısı Pilot, bir kaza geçirir ve birden mutlak hiçlikle çevrili bir çölde bulur kendini. Kendi deyimiyle “Büyük Çöl üstünde uçağım kazaya uğrayana kadar, içimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım. Motorumun bir parçası kırılmıştı”. Biraz dinlendikten sonra “tuhaf sesler” duymaya başlayınca uyandım: “Lütfen, bir koyun çizer misiniz?” İşte Küçük Prens ile tanışması böyle olur.

Sembolik İfadelere Örnekler

“Uçaktaki aksaklığı bulmana çok sevindim” (s. 97).[3] Pilotun yaşamında ve çalışmasında eksik olan şey, bir sebep, bir anlam… Hepimizin içinde taşıdığı çocuğun o saf bakışı, bir sandığın içindeki koyunu görebilen, şeylere fiyat biçmeden ve güzelliği görebilen bir bakış.

Issızlığın, acı ve üzüntüden oluşan yalnızlığın ortasında, varoluşsal boşluk hissedilir: “Böyle, tek başıma, gerçekten konuşacak kimse olmadan yaşadım.” Pilotun hayatı, işi uçak üzerinedir: “Uçar bu. Uçak. Benim uçağım.” (s. 16) Ama sadece kendisi tarafından seviliyor daha yüksek bir değere sahip olduğu için değil ve bu tutunduğu son dayanak da kırılıyor: “Motorumun bir parçası kırılmıştı …” (s. 11)

“Ölmüş görüneceğim, gerçekte ölmeyeceğim oysa.” (s.101) Ölüm, geldiğinde, arkasında bir iz bırakan bir dönüştür: “insan susuzluktan ölecek olsa bile bir dostu olması içini serinletiyor.” (s. 88) Bir şeyleri sevgiyle görmeyi bilenler için hiçbir şey kayıtsız değildir.

Belirli olaylar arasındaki ilişkinin gece veya gündüz olması ilginçtir. Böylelikle pilotun çöldeki düşüşü, en yakın yerleşim merkezinden bin mil uzakta bir gecede olur (s. 14). Küçük prensin ortaya çıkışı “gün ağarırken” gerçekleşir. Küçük gezegeni görünümüyle aydınlatan gül, “bir sabah, tam gün doğarken” gösterilir (s. 36). “Beni evcilleştirirsen,” der tilki, “hayatım günlük güneşlik oluverir.” (s. 79) Uçsuz bucaksız çölde rastgele bir kuyu aramaya ihtiyaç duyduklarında pilot ve küçük arkadaşını yakalayan ıssızlığa akşam karanlığı eşlik eder. Çölde yürüyüşü sırasında Küçük Prens’in çiçeğine olan bağlılığını ve aralarındaki derin dostluğu fark etmesi, “şafakta” (s. 90) olur. Yalnızlık, ıssızlık ve üzüntü gecede olur. Dostluk, bir arkadaşın varlığı, dünyayı ışıltı ve rahatlıkla doldurur. Güneş, sevilen kişinin görünümü ile doğar. Acı ve deneme içindeyken bile, yıldızlar kabullenmenin dinginliğini, anlamın neşeli farkındalığını sevenlere aşılar: “bütün yıldızlar çıkrığı paslı birer kuyu olacak. Hepsi taze su sunacaklar bana…”(s. 102) Aynı şey tilkiye de olur: “Altın rengindeki başaklar seni anımsatacak artık. Başaklardaki rüzgârı dinlemeye can atacağım…” (s. 80).

İnsan kendi içinde bir çöl gibidir, ruhunun derinliklerinde bir kuyu vardır. Çölde olmak, bildiklerimizi deneyimlediğimiz, bilinç kazandığımız bir yerdir.  Kuyudaki su, sadece boğaz kuruluğunu gideren bir içecek değil, yıldızlar altında yapılmış bir yürüyüşten, makaranın şarkısından, kol gücünden doğar ve kalbe iyi gelir, iyileştirir. Gerçek, her birimizin kuyusunun suyunda saklıdır ve bunu yalın ve saf hâlde “çıkarmak” bize düşer.

Çöl, kendimizle karşı karşıya geldiğimiz bir andır. Çöl sessizliktir, ışıktır. “Çölü güzel yapan bir yerlerde su kuyusunun saklı olmasıdır.” İç dünyamızın zenginliğini keşfetmektir. Binlerce yıllık kadim Bhagavad Gita destanının anlattığı Kurukeşetra Meydanı gibidir. Bu destanda Pandavalar ve Kurular arasında bir mücadele vardır. Burası bir araştırma bir “geçiş” yeridir. Bu araştırıldığında ve bulunduğunda tıpkı bir küçük kum tanesi gibi parlar.

“Çölün alacakaranlığında bir kum tepesine oturduğunuzda, hiçbir şey görülmez, hiçbir şey duyulmaz. Yine de içinizde bir şey ışıldar” …, “Kuyuyu uyandırdık, şarkı söylüyor…”

Uçağın tamir olması, ancak esas olanı, “gözle görülemeyen” olanı anladıktan sonra meydana gelir; “yıldızların altındaki yürüyüşten”, çıkrığın ezgisinden, kollarımdaki güçten gelen “kalbe iyi gelen” suyu içtikten sonra, “armağanı” kabul ettikten sonra (s. 92). “Motor arızası”, “makinenin eksik olduğu şey”- anlam, kalp- kişinin kendi iç dünyasında fark edilir. Bu iç yolculuğumuzda düşüncelerimizin düzene konulmasıdır.

“Kalbe iyi gelen” bir su vardır. İnsan kalbi neye susamıştır? Mutluluk, koşulsuz sevgiden, iyilikten doğar. “Beni evcilleştirirsen, hayatım güneş ışığıyla doluverir.” (s. 79) “Gülün için harcadığın zaman gülünü çok önemli kılıyor.” (s. 87)

“Güzelsiniz ama boşsunuz. Kimse sizin için canını vermez”,” Gülümden ben sorumluyum! ” (s. 85)

“Düşündükçe titriyordu ellerim. Alevleri korumak gerekir, yoksa küçük bir esintiyle sönüverirler.” (s. 90).

Sevgi, her şeye, en yararsız ve en korkunç olana bile anlam katar: “şafakta kum, bal rengindedir. Bal rengi de mutluluğuma ekleniyordu…” (s. 93). “Küçük prensi seven bizler için, benim için olduğu gibi, evrendeki hiçbir şey aynı kalmaz…”

Belki bir çölde değil de evinizde Covid-19 virüsü yüzünden mahsur kalmış bir pilotsunuz…

Küçük Prens’i hâlâ okumadıysanız, siz de kitabı ailenize yüksek sesle okumaya ve birlikte cevap aramaya ne dersiniz?

DİPNOTLAR:

[1] Saint Exupery, 1900 yılında Fransa’nın Lyon kentinde doğdu. Aristokrat bir aileye mensup olan Exupery uçaklarla 12 yaşında tanıştı. Liseyi bitirdikten sonra pilot olmayı çok istediği hâlde annesini kırmamak için denizcilik okuluna kaydoldu. 19 yaşında mimarlık fakültesine girdi. 21 yaşında orduya çağrıldı. Eğitimini yarıda bırakıp askere gitti. Fransız Hava Kuvvetleri’nde teknisyen olarak görev yaptı. Strasbourg şehrinde pilotluk eğitimi aldı. 1926 yılı hayatında bir dönüm noktası oldu. Tekrar uçmaya başladı. Posta servisi yapan bir uçağın pilotu olarak göreve başladı. Paris’te evlendi. 35 yaşındayken uçağı arıza yaptı ve Tunus’ta çöle zorunlu iniş yaptı, kayboldu. Dört günlük zorlu çöl macerası tarafından bir bedevi tarafından bulundu. II. Dünya Savaşı başladığında Fransa, Almanya’nın işgaline uğradı. Sağlık durumuna rağmen askere yazıldı. Fransa’nın yenilgisi üzerine ABD’ye gitti. Orada “Dünya ve İnsanlar” ve “Savaş Pilotu” isimli iki kitabı çok tutuldu. En önemli eseri “Küçük Prens” i bu dönemde yazdı. Ülkesinin işgal altındaki durumu onu çok üzmekteydi. Sessiz kalamayarak ABD ordusuna yazılarak yüzbaşı rütbesiyle Kuzey Afrika’ya gitti. Görevi Alman ordularının hareketini havadan izlemekti. 1944’te uçağı vuruldu ve Marsilya açıklarında denize düştü. Uçağın enkazı 2000 yılında balıkçılar tarafından bulundu.

[2] s/22

[3] Sayfa numaraları Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisi. Can Sanat Yayınları. 2015

ZEYNEP ELKIRMIŞ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir