LABİRENT

Mitos ve tarih arasındaki farkın ne olduğu sıkça sorulur. Bir tarihi olan, yeryüzünün belli bir yerinde meydana gelmiş ya da tanınmış kişilerden bahseden tüm olaylar tarih olarak kabul edilir. Mitoslardan ise, tanımlaması ve ayırması zor olan, tarihsel ve gerçek kişiliklerin olmadığı, hatta var olup olmadıkları bile bilinmeyen, efsanevi kişilerden oluşan fantastik öyküler olarak bahsedilir.

Mitos psikolojik gerçeklere, yaşamış insanlara, simge giymiş ve uzun zaman önce bizlere ulaşmak için, insanların arasında yürümeye başlayan biçimlere ve süreçlere gönderme yaptığı sürece doğrudur. Okuyanlara düşen iş ise; bunların örtüsünü kaldırmak ve şeylerin derin anlamlarını, okült anlamlarını yeniden bulmaktır.

Labirent mitosu çok ama çok eskidir. Tüm antik uygarlıklarda ortak olduğu söylenebilir. İnsanın kendini dolambaçlı patikalarda kaybettiği, karışık, aşması zor bir geçidi temsil ettiği söylenir. Sonunda yol biçimi altında ona sorulmuş bilmecenin cevabını bulan, labirenti “çözen” ve anahtarını bulan bazı kahramanların, mitsel ve efsanevi kişilerin bazen soruları da olur.

Labirent’in en tanınmış olanı, günümüze öyküler biçiminde Grek mitolojisinden ulaşmıştır. O kadar açık, saf bir şekildedir ki insana çocukça gelir, işte bu Girit labirentidir. Ama biraz daha geriye doğru gidildiğinde, Girit’teki son arkeolojik buluşlar sayesinde, Giritliler’in neye inandıklarını ve labirentlerini neyin üzerine kurduklarını bilmek mümkün olur. O zaman görülür ki, öykü o kadar da çocuksu değil, her zaman çok karışık ve sembolik bir şekilde var olmuş.

ÇİFT TARAFLI BALTA

Çift taraflı balta (ya da bazen biri aşağı, diğeri yukarı bakan, birleşmiş, bir çift boynuz tam bir çift taraflı baltayı meydana getirir.) bir ilahiyata uyan eski bir Girit simgesidir ki Girit’te bu kült çok güçlüdür, Kutsal Boğa. Bu balta Labris ismini taşır ve çok eski bir geleneğe göre, Greklerin Ares-Dionisos* olarak isimlendirdiği, ilk piramidi açan Tanrının silahıdır.

Hikâye şöyledir: İlk zamanların en eski Tanrısı Ares-Dionisos yeryüzüne çıkar. Henüz hiçbir şey yaratılmamıştır, hiçbir şey biçimlenmemiştir, sadece karanlık vardır. Ama göklerden Ares­ Dionisos’a bir silah bahşedilir, bu Labristir ve onunla dünyayı dövmesi gerektiğinden bahsedilir. Karanlıkların ortasında Ares-Dionisos etrafta yürüme­ye başlar. Bu tuhaftır; güncel bilimin de keşfettiği gibi , karanlıkta kalındığında ve nerede bulunulduğu bilinmediği zaman ya da büyük bir yere çıkılmak istendiği zaman, ilk önce etrafta yürüme eğilimi gösterilir; tıpkı kaybolunduğunda yapıldığı gibi. (Bu bağlantının nedeni, başından beri, insanlar var olduğundan beri, bugün bile korunan aforizmalarla labirentin anlamı arasında bir bağ kurmaktır.) Ares-Dionisos etrafta baltası ile beraber yürümeye başlar. Karanlığı keser ve bir saban izi bırakır. Onun açtığı bu yol azar azar aydınlanmaya başlar, bu Labirent olarak adlandırılır, yani Labris ile açılmış (biçilmiş) patika.

Ares-Dionisos karanlığı keserek kendi patikasının merkezine vardığı zaman, fark eder ki ilk başta elinde tuttuğu balta artık yoktur. Şimdi, ellerinin arasında tuttuğu baltası saf ışık olmuştur, bir sevinç ateşi, bir alev, kusursuzca yanan bir meşale hâline gelmiştir, çünkü iki mucize gerçekleşmiştir; baltanın bir tarafıyla dışarıdaki karanlığı kesmiştir ve diğer tarafıyla kendi öz karanlığını kesmiştir. Dışarıya ışık tuttuğu gibi, kendi içine de ışık tutmuştur, dışarıya doğru bir geçiş açtığı gibi kendi içine doğru da açmıştır. Böylece labirentin merkezine geldiğinde, yolun merkezini bulur: O, ışığa ulaşmış ve kendine varmıştır. Bu Girit’te labirent mitosu hakkında bulunabilecek en eski gelenektir.

DEDAL’İN LABİRENTİ

Herkesin yakından tanıdığı harika labirent de Dedal tarafından hazırlanmıştır. Dedal mimar ve antik Girit’i bulan kişidir. İsmi kısaca labirentin, karmaşık geçidin eşanlamlısı olarak kullanılır. Grekler’in eski deyimini hatırlanacak olursa Dedal ya da Daktil, başka şekillerde de isimlendirildiği gibi, “yapan”, “parmaklarıyla çalışan” , “inşa eden” kişidir. Simgesi inşaatçı olandır, bahsedilen genel saray ve bahçeleri değil, Minos* kralının  labirentinin yapımıdır, ancak daha derin ve uzak bir anlamda, belki de karanlıklarda ışık labirenti inşa eden ilk tanrıyla eşdeğerdir.

Gerçekte Dedal’in labirentinin ne bir yeraltı evi ne karanlık ne de dolambaçlı olduğu söylenir. Ancak evlerin, sarayın ve bahçelerin büyük bütünlüğü öyle bir şekilde çizilmiştir ki içeriye giren bir kişi dışarıya çıkamaz. Problem labirentin korkunç olmasında değildir, problem çıkışın buluna­mamasındadır. Dedal bu labirenti Girit’in Minos kralı için inşa etmiştir, hemen hemen efsanevi olan bu şahsiyetin ismi bu çağın tüm halklarının en eski geleneklerinde geçer. Minos masalsı bir sarayda oturur ve labirent ile ilgili tüm dramların merkezi olmaya giden bir eşi vardır, Pasiphae.

Kral olmak için Minos başka güçlü bir Tanrının yardımını ister, suların ve okyanusların Tanrısı, Poseidon. Minos’un tahtının Girit’teki insanlar tarafından güvenceye alınması için, Poseidon bir mucize gerçekleştirir, sularda ve suların köpüklerinde büyü ile birdenbire beyaz bir boğanın belirmesini sağlar ve Poseidon bu krala Girit’in adalarını bahşeder. Bu da Minos’un gerçekten kral olduğunu işaret eder.

Grek mitoloji geleneğinden aktarılana göre bu sefer de Minos’un eşi bu beyaz boğanın aşkından deliye döner. Onun istediği, arzuladığı tek şey odur ama boğaya nasıl yaklaşacağını bilemez ve Dedal’dan, büyük inşaatçıdan, bir lütufta bulunmasını ister. Dedal, boğanın bir eğilim duyması için yeterince güzel ve çekici, dev gibi bronz bir inek yapar. Dedal ineği inşa eder, Pasiphae ineğin içine saklanır, boğa ona doğru yaklaşır ve bir boğa ile kadın arasındaki garip birlikten bir bebek doğar, yarı insan, yarı boğa: Minotaurus. Bu canavar, bu varlık, labirentin merkezinde yaşayacaktır, orası değişecek ve artık sarayın ve bahçelerin birlikteliği olmayacaktır, kasvetli, korkutucu ve acı dolu bir yer olacaktır: Girit  kralının sürekli dramının hatırası olacaktır.

Başka bir antik gelenekte Girit’in dışında, Pasiphae’nin ve beyaz boğanın dramının daha basit bir açıklaması bulunur. Örnek olarak; eski kolonileşme öncesi Amerika ve Hindistan öykülerinde, insan evriminin imalı olarak anlatıldığı öyküler bulunur, milyonlarca yıl insanlar hayvanlarla karışık olarak yaşamıştır ve doğa yasalarının sapmasından, bozulmasından çok garip melez varlıklar, çeşitli canavarlar doğar. Minotaurus olayında olduğu gibi, onlar sadece kendi kötülüklerini korumakla kalmaz, aynı zamanda hiçbir zaman gerçekleşmemiş olması gereken bir birleşmenin utancını ve insanlığın hafızasından silindikten sonra hiçbir zaman ortaya çıkmaması gereken bir sırrın utancını da saklarlar. Pasiphae ve Boğa’nın birleşmesi, Minotaurus’un doğumu, eski ırkların bazı çeşitlerine ve bunların eski süreçlerine gönderme yapmaktadır ki bir an için verilmiş armağan, böylece insanlığın hafızasının kaybolmasıyla son bulmuştur.

Bir başka anlamıyla canavar, Minotaurus, zekâ ve yön olmaksızın, labirentin merkezine hapsolmuş, kefaret kurbanlarını bekleyen kör ve biçimsiz maddeyi simgeler. Aslında, efsane devam eder, şöyle ki; yıllar geçer, labirentinin içinde Minotaurus gerçek bir korku objesine dönüşür. Girit kralı söz konusu olan savaş için Atinalılardan büyük bir savaş vergisi ister. İstenen vergi her dokuz senede bir, yedi bakir  erkek ve bakire kızın Minotaurus’a kurban edilmesidir. Kurbanın üçüncü seferde bir kahraman Atinalılara yardım eder, üstün Theseus*. Theseus kendi kendine şehrinin üzerinden böyle bir cezayı kaldırmadığı ve Minotaurus’u öldürmediği sürece krallığı üstlenmeyeceğine dair söz verir.

ARİADNE’NİN İPİ

Theseus  kurban edilecek gençler arasında  gitmek  üzere kendisini de gösterir. Girit’e gelir. Minos’un kızının aşkından etkilenmeyi içeren klasik strateji sayesinde, Ariadne kabul ettiği bu kişiye labirentin içine girmesi ve Minotaurus’u öldürdükten sonra çıkışı bulabilmesi için bir ip yumağı verir. İp gerçekten temeldir. Theseus karışık koridorların içine girdikçe ipi açar. Merkezde ise az rastlanan gücü ve isteği ile bir kerede Minotaurus’u öldürür ve çıkışı bulur.

Bazı öykülerde, Theseus’un Minotaurus’u bir kılıçla bazen de bir hançer ile öldürdüğünden bahsedilir. Ancak eski Atina vazolarının üstünde bulunan daha eski öykülere ve figürlere bakıldığı zaman, Theseus Minotor’u çift taraflı bir balta ile öldürür. Bir kere daha labirentin içine giden yolu açan kahraman, merkeze geldiği zaman, çift taraflı balta, Labris ile bir mucize gerçekleştirir.

Her seferinde aydınlatılacak bir gizem vardır; Ariadne’nin Theseus’a verdiği tam olarak bir yumak  değildir, bir iğdir. Bu Theseus’un labirentin içine girdikçe açtığı iğdir. Ancak Theseus çıkıp iğini yeniden sarmaya başladığında, iğ kusursuz bir şekilde daireselleşir. Bu sembol yeni değildir. Theseus’un labirentin içine beraber girdiği iğ onun kendi içinde “açmak” zorunda olduğu kusurluluğu ve geçmesi gereken denemeyi gösterir. İp geri toplanırken oluşan küre ise Minotaurus’u öldürmek, denemeleri geçmek ve dışarıya yeniden çıkış için kazanılmış mükemmelliktir.

EVRENSEL MİTOS OLARAK LABİRENT

Theseus’un labirentine denk olan birçok labirent vardır. İspanya’da Saint­ Jacques de Compostelle yolunun her bölgesinde ve tüm Galacie’de taşların üstünde çok sayıda gravür bulunur. Bunlar çok eski labirent desenleridir ve sanki birer işaretmiş gibi sistematik bir şekilde tekrar eder. Saint-Jacques yolunun yolcusunu etkileyen bir işaret, sembolik ve spiritüel gerçekleştirme patikası olan bir labirente denk olan patikayı geçmesi için onu teşvik eder.

İngiltere’de de labirentler bulunur. Kral Arthur’un doğduğu söylenen ünlü Tintagel Şatosu’nda da vardır. Aynı şekilde Hindistan’da da vardır ki orada meditasyon, konsantrasyon ve kendi içine dönme sembolleri olarak kullanılır. Antik Mısır’ın Abidos şehrinde, Mısır tarihinin ilk hanedanlık dönemine ait Escargot (salyangoz) isimli bir labirent bulunur. Abidos’un Escargot’u koridorlarında zamanla, evrimle ve insanlığın gerçekte yine kendisi olduğu merkezi bulmak için aşmak zorunda olduğu sayısız yol ile ilişkili törenlerin yapıldığı tam dairesel bir tapınaktır.

Ayrıca Abidos’un Escargot’u Herodot’un gönderme yaptığı gibi başka büyük bir labirentin sadece küçük bir bölümüne benzemez. Mısır labirentinin o kadar büyük, o kadar korkutucu, etkileyici ve masalsı olduğundan bahsedilir ki, Büyük Piramitlerin bile onun yanında sönük kaldığı söylenir. Bugün artık labirentler bulunmuyor ve günümüze tek kalan Heredot’un bıraktıkları. Bir gelenekmiş gibi insanlar seneler boyunca Heredot’u “Tarihin Babası”, “Doğrucu Heredot” olarak adlandırdıktan sonra, bugün onun söylediklerinin pek de kesin olmadığını çünkü bulunamadıklarını söylüyor. Ancak daha önceden var olmuş şeyler, sabırlı olmanın ve görmenin zorluğuna değebilirse o zaman Yunan tarihçinin söylediği bu labirent de var olmamış olabilir.

Orta Çağ’ın gotik katedrallerinde de labirentlere sıkça rastlanır. En ünlülerinden biri olan Chartres labirenti büyük katedralin döşeme taşlarının üzerine resmedilmiştir. Labirent kaybolmak için değil, geçmek içindir. Gizemlere erişmek isteyen adayın geçmesi için inisiyatik bir yol çeşididir, bu gerçekleştirme ve fethetme yoludur. Chartres labirentinde kaybolmak çok zordur çünkü yollarda hep işaretler vardır, eğriler ve yollar görüşü sağlar ama daha da önemlisi merkeze varmaktır. Kare şeklindeki taşa çivilerle çeşitli takımyıldızlarının işaretlenmesi insanın gökyüzüne varmasını, ilahiyatların arasına girmesini sembolize eder.

Antik çağların tüm mitosları, katedrallerde labirentlerin sembolik olarak çizilmesi gibi, sadece tarihsel bir gerçek!iği değil belki de psikolojik bir gerçekliği de yansıtır. Labirentin psikolojik gerçekliği her zaman ki gibi bugün de hala yaşamaktadır. Eğer antik dönemlerde, insanın kendini gerçekleştirebilmesi için geçmesi gereken bir inisiyasyon labirentinden, yolundan bahsedilmişse, aynı şekilde bugün de maddesel ve psikolojik biçime çevrilmiş bir labirentten bahsetmek gereklidir.

LABİRENT, DÜNÜN MİTOSU, BUGÜNÜN GERÇEĞİ

Maddesel plan üzerinde arayacak çok şey yoktur; insanı çevreleyen herkes, daldığı şeyler, yaşadığı yerler ve geliştirdiği her şey bir labirent oluşturur. Ancak bununla birlikte Girit’in bahçelerinden çıkamayan insanlar biraz daha bile bilinçli değil. Oysa Girit’in bahçeleri insanı çevreleyen ve alıkoymaya çalışan bütün dünya gibi bir labirentti.

Psikolojik olarak, Theseus’un kaygısı hem Minotaurus’u öldürmek için arayışı hem de bugünkü düzensizlik içinde yaşayan ve korkan insanın kaygısıdır. İnsanlar korkuyor çünkü artık bilmiyor ve bu bilinmezlikte kendisini güvensiz hissediyor. Bu korku kendini genellikle, neyi seçeceğini, ne yapacağını, nereye yöneleceğini bilememek ve yılların yaşam boyu süren bir vasatlık, bitkinlik ve üzüntü ile geçmesiyle gösterir.

Düzensizlik insanı güncel labirentte psikolojik olarak sarsan başka bir hastalıktır. Çünkü insanın düzensizlikte kendine kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini söylemesi şüphesiz çok zordur. Bu üç soru çok basit, naif ve aynı zamanda boşuna olmayan sorulardır. İnsan niçin çalışıyor ya da niçin okuyor? Niçin yaşıyor ve mutluluk nedir? İnsan neyi arıyor? Üzüntü nedir ve insan nasıl üzülüyor? İnsan psikolojik olarak bir labirente dalmış halde bulunu­yor, psikolojik olarak canavarların, koridorların olmamasına rağmen devamlı yakalanıyor.

Mitosun bir çözüm sunduğu açık. Theseus labirente boş ellerle girmiyor. Labirent problemini boş ellerle çözmek mantıklı değil. Theseus yanına iki şey alıyor; canavarı öldürmek için bir balta (ya da bir kılıç,isteğe göre) ve yolunu bulmak için iğ, yumak.

Balta (ya da kılıç) her zaman iradenin sembolü olmuştur. Kaç tane Orta Çağ geleneğinde sadece bir insanın güçlü iradesinin çıkartabileceği taşa saplanmış kılıç sembolü bulunmaktadır! Bu neyi simgelemektedir, “taştan çıkarma”yı mı? Bu yatay maddeden dikey olanı çıkaran iradedir; yani labirentten çıkmak için ihtiyacımız olan temel silah iradedir, istencin gücüdür.

Bir diğer çok önemli silah iptir, dönüşü bulmak için yol boyunca açılacak olan ip düzeneğidir. Bu ip direnme ve hafızadır. Niçin labirent yolu boyunca ip açılır? Çünkü insanlar nereye gitti­ğini, hangi tehlikelerle karşılaştığını ve nereden çıkacağını hatırlama kapasitesinden yoksun. Bunu hatırla­yamadığı için insana dönüş yolunu gösteren, yeniden bulduran ip taktiği kullanılabilir. Bu, labirentte aynı hataları yeniden yapmamak, insanın kendi evrimi sırasında bastığı yerleri tanımak ve bunu nasıl yapması gerektiğini bilmek açısından bir olanaktır.

Grekler için, Ariadne Theseus’un en umutsuz olduğu anda, en iyi zamanda, ona bir cevap ve bir çıkış, anahtar, çözüm sağlayan bir ruhtur. Ruh bilir ve uygun bir şekilde görünür, problemimizin üstesinden gelmek için bize çözüm sunar.

Minotaurus madde fazlalığıdır. O büyüyen, yakalayan, her şeyi tutan maddedir. Bu madde fazlalığı, Theseus labirente girip onun tarafından yok edilmeden önce, ortadan kaldırılmalıdır. Labirent bilinci kavrandığında, Grek mitolojisindeki Theseus gibi içine girildiği zaman, çıkışı bulmanın öneminin de bilincinde olmak gereklidir. Çıkışı bulan kişi labirenti yok eder.

Bununla birlikte, labirentinin çıkışının dışarıda olmadığını da hesaba katmak gerekir, çıkış kesinlikle merkezdedir, labirentin kalbindedir. Labirentin içine giren ve büklümlerini, dolambaçlarını fark eden korkar ve kaçmak ister. Köşelerden kaçmaya çalışan ya da dışarıda kalan ya da sadece havayı koklamak için gelen kişi, labirenti çözemez. Gerçekte Theseus’un yaptığı gibi yapılmalıdır; içeri girmek, yolda olmak ve merkeze ulaşmak. Merkez çıkıştır ve dışarıya doğru değildir. Theseus’un cesaretine sahip olmak ve canavarlarla yüzleşmek gereklidir.

Bu yarı insan yarı boğa tarih öncesi ögeyi betimlemek kesinlikle çok zordur. Ancak insanın zaten her gün karşılaştığı, fiziksel bedenleri olmamasına rağmen eğer cesareti varsa savaşmak zorunda kaldığı canavarlar vardır; acılar, kaygılar, kin, kararsızlıklar…

Bunlar insanda yaşarlar ve Girit’in Minotaurus’u kadar güçlü dokunaçlara sahiptirler. Onlara İrade’nin, Akıl’ın ve Hafıza’nın silahları ile göğüs germek gerektiğini bilmek gerekir.

Herkes Theseus’u uyandırma işini yapmaktadır, ona hayat verme, bu kahramanı ışığa çıkarma işini. Yaşamda herkesin içinde fiziksel olmayan ikinci bir doğuş mevcuttur. Bu insanın iç kahramanlarının en iyi silahlarıyla, en iyi güçleriyle, özellikleriyle ve her şeyleriyle kendilerini gösterdikleri yerde gerçekleşmektedir.

Hiç şüphesiz ki insanlar tamamen eşit değil; kahramanlara denk değil ve aynı zamanda insan davranışları kahramanca değil. Bazıları bir anlamda kahramanca olacaktır, diğerleri başka bir anlamda; bazıları incelemeye, bilimlere, sanata, dine, politikaya yönelik olacaktır; diğerleri içsel tefekküre, ya da bazıları ailelere ve sevgililere ki basitçe bunlar diğerlerinin etrafında bulunan yaşamı da güzelleştirecektir. Ancak tüm bunlar, eğer gerçek iç varlık doğarsa kahramanca bir eylemdir.

Labirentin içine girerek, canavarı öldürüp, ruhunu bularak onun yardımıyla dışarıya çıkan Grek kahraman temasını ele alındı. Bu eski tema insana yıllar geçse de uygarlıkların görünüşte fazla değişmediğini bir kere daha kanıtlıyor.

Problem insanda bulunan labirenti aşmak ve oradan çıkmaktır. Theseus’un silahları bizim silahlarımız da olabilir. Efsane sayfalarını süsleyen, kıyafetlerine ve altın saçlarına hayran olduğumuz bu kahraman bizim içimizde de mevcuttur!

Delia S. Guzman

*Ares-Dionisos: Grek mitolojisinde evreni yaratan, Kaostan çıkaran Tanrı.

* Minos: Girit Kralı

*Theseus: Yunan mitolojisindeki en büyük kahramanlardan biri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir