MİKROBİYOTA VE BESLENME – 2
Beslenmenin Mikrobiyota Üzerine Etkisi;
Mikrobiyota varyasyonu üzerinde etkisi %57 oranındadır. Antibiyotik kullanımıyla birlikte probiyotiğin verilmesiyle mikrobiyota bozulmasının %50’ye yakın azaldığı saptanmıştır. Bu bilgiler çerçevesinde (3);
- Tüm sağlık çalışanlarına ve özellikle annelere mikrobiyotanın önemini vurgulanması,
- Gebelikte beslenmeye dikkat edilmesi ve stresten uzak durulması,
- Normal doğumu teşvik etmek, anne/bebek için riskli durumlarda sezaryen yapılması,
- Anne sütü kullanımının teşvik edilmesi,
- Akılcı antibiyotik kullanımı,
- Tarhana, turşu, sirke, ekşi mayalı ekmek, yoğurt, kefir gibi probiyotik içeren besinler önerilebilir.
En sağlıklı beslenme modellerinden biri olarak kabul edilen Akdeniz diyetinin mikrobiyota üzerine etkileri incelendiğinde, Akdeniz diyetine yüksek uyum gösteren bireylerin mikrobiyotalarında Prevotella, Lactobacillus ve Bifidobacterium gibi yararlı bakterilerin oranlarının yüksek olduğu; Clostridium gibi hastalık yapan türlerinin ise daha düşük olduğu belirtilmektedir. Yapılan bir diyet müdahale çalışmasında, hayvansal kaynaklı diyet (%69 yağ, %30 protein ve 0 g posa) ile bitkisel kaynaklı diyetin (%22 yağ, %10 protein, 25 g posa) bağırsak mikrobiyotası üzerindeki etkilerinde; hayvansal kaynaklı diyetle beslenme sonucunda safra asitlerine dirençli bakterilerin düzeyleri artarken; bitkisel kaynaklı beslenme sonucunda bitkisel polisakkaritleri metabolize edebilen bakterilerin düzeylerinin arttığı, hayvansal kaynaklı diyet bağırsakta proteolitik fermantasyonu ve bunun sonucunda dallı zincirli yağ asidi konsantrasyonu artmaktadır. Bitkisel kaynaklı diyet ise kısa zincirli yağ asidi oluşumunu artırmaktadır. Diyetle posa alımını arttırmanın ise bağırsak mikrobiyal zenginliğini ve/veya çeşitliliğini artırdığı, diyetle uzun dönem yüksek posa alımının mikrobiyotayı güçlendirdiği bildirilmiştir. Bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesinde karbonhidratların etkileri değerlendirildiğinde, diyetin prebiyotik özellik gösterebilen karbonhidratlardan zengin olması gerekmektedir. “Bu karbonhidratların kaynakları arasında tahıllar grubunda tam buğday, arpa, çavdar, yulaf, karabuğday ve kepekli pirinç; meyveler grubunda muz, elma, çilekler ve üzüm; sebzeler grubunda hindiba, enginar, yerelması, kuşkonmaz, kereviz, soğan, sarımsak, pırasa, domates ve hardal bitkisi; yağlı tohumlardan keten tohumu, badem, fıstık, ceviz ve zeytin; ayrıca bal ve bira sayılmaktadır”(7).
Uzun dönem beslenme alışkanlıklarının mikrobiyota üzerine etkilerini inceleyen çalışmalarda, yüksek proteinli diyetlerin; kırmızı et tüketiminin fazla olduğu dönemde, etin tüketilmediği döneme göre, bağırsağın yararlı bakterilerinin sayısının düştüğü, hastalık yapan bakteri sayısının arttığı gösterilmiştir (7).
Russell ve arkadaşlarının yaptıkları bildirilen bir çalışmada, dört hafta süresince yüksek proteinli diyet uygulamasının total bakteri ve bütirat üreten yararlı mikroorganizma sayısında azalma ile sonuçlandığı gösterilmiştir. Yüksek proteinli diyet ile zararlı yağ asidi oranlarının 3-5 kat arttığı ve yararlı bakteri oranlarının azaldığı saptanmıştır. Bu sonuçlar, yüksek proteinli diyetlerin kolonda proteolitik fermantasyonu sonucu açığa çıkan metabolitler ve inflamasyon, kolorektal kanser için riskli bir bağırsak ortamı oluşturmaktadır (7, s.40).
Yüksek yağlı diyetlerin sekonder safra asidi sekresyonunu uyardığı ve sekonder safra asitlerinin dışkı konsantrasyonunu artırdığı; bunun hem bağırsak geçirgenliğinde hem de endotoksin üretiminde artış ile sonuçlandığı bildirilmektedir. “Meyveler, sebzeler, tahıllar, yağlı tohumlar, çay, kahve ve kakao gibi bitkisel kaynaklı besinlerde yaygın olarak bulunan polifenollerin bağırsak mikrobiyotasında anahtar rol oynadığı kabul edilmektedir. Bunun yanında, polifenollerin zararlı mikroorganizmaların büyümesini baskıladığı ve probiyotikler gibi yararlı bakterilerin çoğalmasını uyardığı gösterilmiştir. Benzer şekilde, brokoli, karnabahar, lahana, brüksel lahanası gibi sebzelerde bulunan glukosinolatların bağırsak mikrobiyotasında bulunan bakteriler tarafından da sentezlenebildiği, böylece bu bileşiklerin aktif formlara dönüşebildiği bilinmektedir. İnsan çalışmalarından elde edilen sonuçlar, yeşil çay, siyah çay, kahve, elma, üzüm çekirdeği, yaban mersini, tam tahıllar, soya ve şarap gibi polifenollerden zengin besinlerin düzenli tüketimlerinin bağırsak mikrobiyotasında probiyotik özellik gösteren Lactobacillus ve Bifidobacterium gibi yararlı bakterilerin oranlarını artırdığı; patojen özellik gösteren bakterilerin oranlarını ise azalttığı gösterilmiştir”(7).
Tam buğday, mısır bazlı tam tahıl ve arpa gevrekleri ile yulafın mikrobiyota üzerine etkilerini araştıran çalışmalarda, bu besinlerin tüketildiği dönemde mikrobiyotada mikrobiyal çeşitliliğin arttığı gösterilmiştir. Badem ve fıstık gibi yağlı tohumların 2-3 hafta tüketildiğinde, hem mikrobiyal çeşitliliğin hem de Bifidobacterium ve Lactobacillus bakterileri ile diğer bütirat üreten yararlı bakterilerin sayılarının arttığı; Clostridum perfringens sayısının ise azaldığı kaydedilmiştir. Yaban mersini, böğürtlen, elma ve muz gibi meyvelerin de mikrobiyota üzerine olumlu etkileri olduğu, özellikle Bifidobacterium ve Lactobacillus bakterilerinin oranlarını artırdıkları gösterilmiştir. Benzer etkilerin kırmızı şarap tüketimi ile de oluşturulduğu gösterilmiştir. Mikrobiyotanın düzenlemesinde en etkili ajanların probiyotikler olarak kabul edilmesi, probiyotiklerin doğal besin kaynakları ile alımının mikrobiyota üzerine etkisini gündeme getirmektedir. Bu nedenle, beslenmenin mikrobiyota üzerine etkileri değerlendirildiğinde, ilk akla gelenlerden biri, besinlerle alınan canlı mikroorganizmalardır. Bunun yolu fermente besinlerin diyetle düzenli tüketilmesi olarak düşünülmektedir. Fermente besinler arasında fermente süt ürünü, yoğurt, kefir, kımız, bazı peynirler, boza, tarhana, turşular, soya ürünleri, şalgam, sucuk, sosis gibi fermente et ürünleri, sofralık zeytin ve şarap, bira, diğer fermente içecekler yer almaktadır. Yoğurt ve kefir ile yapılan çalışmalarda, bu besinlerin düzenli tüketiminin yararlı bağırsak florasını arttırdığı zararlı mikroorganizmaları da azalttığı gösterilmiştir (7, s.41).
Mikrobiyotayı etkileyen etmenler arasında, beslenme, en kolay düzenlenebilir etmen olarak dikkat çekmektedir. Batı tarz beslenme, Akdeniz diyeti, vegan/vejetaryen beslenme gibi farklı beslenme modellerinin; karbonhidrat, yağ, protein, posa gibi farklı diyet bileşenlerinin; bazı spesifik besinlerin (tam tahıllar, yağlı tohumlar, sebze-meyveler, kurubaklagiller, balık vb.) ve fermente besinler gibi doğal probiyotik kaynaklarının bağırsak mikrobiyotası üzerine etkileri; yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar çerçevesinde, mikrobiyotanın düzenlenmesinde beslenmeye yönelik önerilerin zaten mevcut olan yeterli ve dengeli beslenme önerileri ile paralel olduğu görülmektedir. Süt ve süt ürünleri; et, tavuk, balık, yumurta ve kurubaklagiller, sebze meyveler ve tahıllar olarak ele aldığımız dört temel besin grubunun gereksinmeye göre yeterli ve dengeli olarak tüketilmesi önerilmektedir (7).
Bağırsakların sağlığı için prebiyotik ve probiyotik konusu biraz daha çalışılması gereken konudur. İçeriğinde bağırsaklar için yararı olan canlı bakteriler bulunduran besinlere probiyotik; bunlar fermente yoğurt ve mayalar içerirler, denir. Kalın bağırsak bakterilerinin sayısı ve hareketini düzene sokan ve probiyotiklerin etkisini arttıran sindirilmemiş karbonhidratlara prebiyotik denir. Prebiyotiklerin lif olması ve sindirilmeden bağırsağa gelmeleri, bağırsak sağlığını sağlayarak bağışıklık sistemini güçlendirmesi ve hastalıklara karşı direnci arttırırlar. Prebiyotikler, zararlı mikroorganizmaların bağırsak reseptörlerine bağlanmadan atılımını sağlarlar. Günlük lif ihtiyacı 25-30 gr’dır. Bunun için sebze, meyve, kepekli ürünler ve kuru baklagiller yenmelidir. Probiyotik maya ile yapılan yoğurt ve özel içeceklerdeki bakteriler, bağırsağa canlı olarak ulaşır ve zararlı bakterilerin tutunmasına engel olurlar. Kalın bağırsaklardaki bakterilerin %98’i faydalı olup besinlerdeki proteinlerin aminoasitlere, karbonhidratların monosakkaritlere yağları da yağ asitlerine dönüştürürler.
Bağırsaklardaki bakteri türleri; Bacteroides, Clostridium, Fusobacterium, Eubacterium, Ruminococcus, Bifidobacterium gibi ele alınır. Bacteriodes cinsine ait türler bağırsaklardaki bakterilerin %30’unu oluştururlar (1).
Bağırsak bakterilerinin görevleri; hücre büyümesini teşvik ederler, zararlı mikroorganizmaların çoğalmasını (Bağışıklık sisteminin yalnızca zararlı mikroorganizmalara karşı tepki vermesini sağlarlar), bağırsak mukozasının iltihabını, bağırsaklardan zararlı maddelerin geçmesini ve cilt hastalıkların oluşmasını önlerler. Karaciğere gidebilecek patojen mikroorganizmaların ve sindirilmeyen gıdaların parçalanıp atılmasını sağlarlar. Bakteriler fermente ettikleri karbonhidratları kısa zincirli yağ asitlerine (enerji kaynağı, su emilimini sağlarlar, zararlı bakterileri azaltırlar, yararlı bakterileri arttırırlar, kalsiyum, magnezyum gibi minerallerin emilimi ve bağırsak epitelinin büyüme ve gelişimini kontrol ederler) çevirirler. Bağırsakta kollajen ve elastin gibi sindirilmemiş proteinlerin yıkımı, K vitamini üretimi ve emilimini sağlarlar. Mayalar ve Clostridium difficile gibi zararlı bakterilerin sayılarının çoğalmasını önlerler. Ayrıca bağırsak florası, bağışıklık sisteminin zararsız antijenlere karşı aşırı tepki göstermesine engel olur (1).
Sindirim Sistemi Bozukluğunda Ortaya Çıkan Hastalıklar:
Bağışıklık sistemi hastalıkları, deri hastalıkları, metabolik ve sistem hastalıkları; diyabet, hipertansiyon, şişmanlık, romatizmal hastalıklar, kas hastalıkları, nörolojik hastalıklar, psikolojik sorunlar; panik atak, anoreksi, uykusuzluk gibi sıralanabilir. Karbonhidrattan zengin, rafine, katkılı, hazır gıdalar, geç saatlerde yemek yeme, susuz ve asidik beslenme, ağır metaller ve bazı ilaçlar; antibiyotikler, ağrı kesiciler, kortizon, mide koruyucular, sezaryen, stres, iklim ve beslenme alışkanlıkları bağırsak florasını bozabilmektedir-disbiyozis. Bağırsak florasındaki bozulma, bağırsak geçirgenliğinin artması ve sindirilmemiş, zararlı maddelerin kana karışmasına neden olmaktadır. Bu durum, bağışıklık sistemi ve kronik hastalıklara neden olabilmektedir. Bağırsaklardan serotonin denen mutluluk hormonunun %80-95’i salgılanır. Bağırsak yapısı değiştiğinde depresyona kadar giden duygu durum bozuklukları görülmektedir (1).
Bağırsak Florasının Düzenlenmesi:
- Bağırsakların artıklardan temizlenmesi,
- Probiyotik ve prebiyotiklerle eksik mikroorganizmaların yerine konması,
- Un, şekerden fakir, sebze ve meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdaların alınması,
- Turşu, yoğurt, peynir, sirke, kefir gibi fermente ürünlerin alınması,
- Günlük lif ihtiyacının karşılanması, işlem görmemiş, hijyenik koşulların uygun olduğu süt ve süt ürünlerinin tercih edilmesi ile mümkündür (1).
Prebiyotikler sindirilmeyen besin maddeleridir (galakto-fruktooligosakkaritler), bağırsağa değişime uğramadan ulaşırlar. Bağırsak tarafından bu maddelerin sindirilmesi mikroorganizmaların büyümesi ve aktive olmasını sağlar. Prebiyotikler, yararlı bakterilerin aktifleşmesini artıran, kolonizasyonu kolaylaştıran, fermente olabilen ve sindirilmeyen karbonhidratlardır. Kuru baklagiller, prebiyotik besin kaynaklarıdır. Örneğin; bir porsiyon pırasa yemeği, bir muz, bir soğan ve sarımsak günlük prebiyotik gereksinimini karşılamaktadır. Anne sütü de içerdiği oligosakkaritlerden dolayı önemli bir prebiyotiktir.
Probiyotik, kelime anlamı Eski Yunanca’da “Yaşam için” anlamına gelir. Dünya Sağlık Örgütü, probiyotikleri ” belirli dozlarda verildiğinde insan sağlığına yararları olan canlı mikroorganizmalardır” şeklinde tanımlar. Probiyotikler, miktarları azalmış bağırsak bakterileri için güçlü bir destektir. Bağırsaktaki bakteriyel dengeyi sağlamakla birlikte reseptörlere bağlanarak zararlı bakterilerin atılmalarını sağlamaktadırlar. Probiyotik olarak kullanılan canlı mikroorganizmaların bağırsak florasından elde edilmeleri, mide ve safra asidine dayanmaları, çoğalma yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir. Ayrıca antibiyotiklerle alındıklarında etkilerini sürdürmeleri beklenir. Probiyotiklerden zengin besin kaynakları; laktosiller, bifidobakteriler, enterokoklar ve streptkokların kullanıldığı yoğurt, peynir, turşu, ekmek, bira, şarap ve kefirdir. Probiyotikler, çeşitli faktörlere bağlı hastalıkları önler, antibiyotiklerin kullanımı ya da strese karşı korurlar. Gıda takviyesi ya da ilaç olarak kullanılacak probiyotiklerin; doğal bağırsak florasını içermeleri gerekir. Etki ve etki spektrumu türe göre değişkenlik gösterdiği için her probiyotik hastalık önleyici ya da tedavi edici olmayabilir. Probiyotikler, bağırsak mukozasının bariyer fonksiyonunu güçlendirirler ve zararlı Mikroorganizmaları durdurur ya da yok ederler. Bağırsak mukozasına yabancı bakterilerin yapışmasını ve çoğalmasını önlerler. Bağırsak pH’sını düşürür ve bağışıklık sistemini uyarırlar. Anti enflamatuvar etki sağlarlar. Bağırsak hareketlerini arttırırlar ve karbonhidrat yıkımın kolaylaştırırlar (1).
Sonuç olarak, insanın sağlığını ve bağırsak sağlığını korumak ve sürdürmek için, vücudun doğasına uygun besinleri alması önerilir.
DOÇ DR. ADALET KUTLU
KAYNAKLAR:
- Nazlıkkul H. Duygusal Beyin: Bağırsak.8. Baskı, Destek Yayınları, İstanbul, 2016, s.67-96.
- Şahin K. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s:25-27, 93-95.
- Dinleyici EÇ. Hayatın Erken Döneminde Mikrobiyotanın Şekillenmesi. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 25-27.
- Karakan T. Bağırsak Mikrobiyotası: Genel Konseptler ve Tanımlar. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 23-24.
- Yıldırım Mikrobiyota-Beyin-Bağırsak Ekseni. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s.94-96.
- Besler HT. Adipoz Doku, Obezite ve Mikrobiyota İlişkisi. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, s. 59-60.
- Demirel ZB. Beslenme ve Mikrobiyota. TÜBA-Mikrobiyota ve İnsan Sağlığı Sempozyumu, Ankara, 2017, 37-42.
- https://www.medicalnewstoday.com/articles/307998.php#new-findings-on-the-microbiome-Kasım