SOR SORGULA HAYATA UYGULA PANELİ
İzmir Aktiffelsefe Güzelyalı ve İzmir Beyaz Nokta Gelişim Derneği işbirliği ile 6 Nisan 2019 tarihinde “SOR SORGULA HAYATA UYGULA” panel ve soru konferansı gerçekleşti.
Etkinliğin panel kısmında “Sorun çözme kabiliyetine neden ihtiyacımız var? Sorun çözmenin temel prensipleri nelerdir?” ana fikri üzerinde duruldu.
İnsan, hayatındaki sorunları çözebildiği ölçüde zekâsını geliştirmekte ve yaşamı daha etkin bir şekilde yaşamaktadır.
Aktiffelsefe Antropoloji Grubu aşağıdaki konularda sunumlar gerçekleştirmiştir:
“Evrim ve insanın sorunlarını çözme ilişkisi” Biyolog Dr. Gülsen Altuntaş
“Dil ve insanın sorunlarını çözme ilişkisi” Filolog Eray Öztürk
“Sanat ve insanın sorunlarını çözme ilişkisi” Edebiyatçı Elif Öztürk
Bunun yanı sıra, Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nın kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Eski Devlet Bakanı Tınaz Titiz’in fikir sahipliğini yaptığı “Sorunlarımız ve Çözme Kabiliyetimiz: Hayalet Sorun ve Kök Sorun” kavramları ile ilgili Moderatör Nur Karen Bektaş açıklamalarda bulundu.
Panelin Ardından Soru Konferansı
Programın 2. Bölümünde Soru Konferansı yapıldı.
“Dünyaya gelirken beraberimizde getirdiğimiz harika merak duygusunu yok edip tek yönlü cevaplarla yaşamlarımızı birer hapishaneye çeviren süzgeç kavramların tuzağına düşmüş kişilerde merakın yolu tekrar nasıl açılabilir?” sorusu etrafında gerçekleştirildi. Birleşik Akıl ağı oluşturma yöntemi ile katılımcıların beyin fırtınası çalışması sonucunda verdikleri cevaplar gruplara ayrılarak süzüldü ve 4 ayrı grup 4 sonuca ulaştı.
Hayal kurmak ve gerçekleştirmek için yaşam isteğini güçlendirmek.
Merak duygusunu ve özgüveni geliştirmek için sınırları aşmak ve kabuğunu kırarak özgür ortam yaratmak.
Bilmediğimizi kabullenerek, cesaretle risk alıp alternatif arayışını görmek.
Macera duygusunu geliştirerek merak duygusunu uyandırmak.
Maceraperest bir tavırla insanın kendi sınırlarını ve hayatın sınırlarını aşması.
Farklı bakış açılarından, disiplinler arası yaklaşım ile bireyin zihninde derinleştirmeye çalışmak; bireysel olarak ifade ile konulara iştirak etmek olan panelin amacına Beyaz Nokta ve Aktiffelsefe’den toplam 32 üye katılımcı ile ulaşıldığını söylemek mümkündür.
SORUNLARIMIZ VE ÇÖZME KABİLİYETİMİZ
HAYAT ÇÖZEMEYENİ ÇÖZER
Sorun, “istenmeyen veya istenen ama gerçekleşebilmesinin önünde engeller bulunan” bir durum olarak tanımlanıyor. Antropolog ve tarihçi Joseph A.Tainter 1996 yılında yazmış olduğu “Karmaşıklık, Sorun Çözme ve Sürdürülebilir Toplumlar” başlıklı makalesinde bir araştırma sonucunu ilan etmektedir.
“Varlığını sürdürebilecek bir toplumun özelliklerinden biri, sürdürülebilir bir sorun çözme sistemine sahip olmasıdır.”
Bu araştırmanın bir sonucu olarak, bu sorun çözme sisteminin, mutlaka katlanılabilir maliyetli ve kesintiye uğraması imkânsız bir enerji kaynağı yoluyla desteklenmesi gerektiğini söyler. Aksi takdirde bu toplumun varlığını sürdüremeyeceğini, tarihteki örnekleri üzerindeki çalışmalarına dayanarak ileri sürüyor.
Bir kurşun kalemden, yeni bir ilaç geliştirmeye kadar hayatımızda refah sağlayan her şey ama her şey güneş enerjisinin çeşitli yoğunluktaki formlarıdır. Bu enerjiyi ya kendiniz makul bir maliyetle üreteceksiniz ve sürdüreceksiniz ya da sahip olan birilerinden transfer edeceksiniz. Transfer edilecek olan doğrudan güneş ışıması olamayacağı için onun dönüşüme uğramış formları transfer edilir. Yiyecek, maden, insan kaynağı, bilgi, bilgelik vb. değerler…
Birey olmak, toplum olmak, insan olmak ile ilgili yaşadığımız tüm sorunlar aslında çözülmek için vardırlar. Neyi yaşamak istiyorsak, geliştirmek durumundayız; çünkü gelişmeyen şey aslında yok olmaya, ölmeye mahkûm oluyor. Bu nedenle yaşam da bizi sürekli büyütmeye çalışıyor. Sadece fiziksel olarak değil, duygusal ve zihinsel olarak ve hatta neden olmasın ruhsal olarak da… Fakat fiziksel büyüme daha somut olduğu için bu konuyu anlaşılır kılmak için faydalı olabilir. Bebekken giydiğiniz patikleri hatırlayın, o zamanlar sizin için ne kadar değerliydiler. Çünkü bebektiniz ve ayaklarınız üşüyordu. Çocukken baba evinde kullandığınız odayı ve eşyaları hatırlayın, artık bir yetişkin olduğumuzda başka araçlara ihtiyaç duyduğumuz için bize uygun olmuyorlar. Nasıl ki fiziksel ve psikolojik olarak sürekli gelişiyoruz ve ihtiyaçlarımız değişiyor; bu yetişkin olduğumuzda da bitmiyor.
Yaşam sürekli büyütmek ve ilerletmek için var. Hayatımızdaki sorunlar da aslında insanı BÜYÜTMEK için hayatın kullandığı bir metot. Ama esas unsur sorunun varlığı değil, sorunun ÇÖZÜLMESİ konusudur. Bir sorunla flört etmek, bir gün var bir gün yok gibi davranmak, sadece zor şartlara dayanmak yeterli değildir. Sorunun varlığını kabul etmek, sorunu tanımlamak ve mümkünse bu sorunun yol açtığı esas nedenleri ortadan kaldırmak. İşte bu konu Hayalet Sorun ve Kök Sorun kavramı ile ilişkilidir. Hayatımızdaki görünür problemler aslında kökeninde bambaşka bir nedensellik taşır. Örnek verecek olursak, baş ağrısı hayalet bir sorundur. Buna yol açan nedenler, sigara dumanı, yetersiz havalandırma veya aklımıza takılan ve çözemediğimiz stresli bir konu olabilir. Benzer şekilde hayatımızda sürekli tekrar eden bir sorunun varlığı; işte başarısızlık, insan ilişkilerinde zorlanma, kendini ifade etme konusunda zaafiyet vb. konuların kökeninde başka nedenler bulunabilir, düzensizlik, disiplin eksikliği, özgüven eksikliği, huzursuzluk, öfke, nefret vb.
Bunun yanısıra ülkeler ile ilgili yapılan araştırmalara göre kendi bireysel ve toplumsal sorunları çözemeyen ülkelerde yaratıcılık, zekâ konusunda eksikler var. Yeni buluşlar ortaya koyma girişimcilik ruhu gibi konularda geri kalıyorlar. Hayata daha neşeli, bütünsel, sevgi dolu, maceracı bakmaya ve BÜYÜMENİN bir yolu olarak SORUNLARIMIZI ÇÖZMEYE ihtiyacımız var.
Nur Karen Bektaş
Evrim ve İnsanın Çözüm Bulma İlişkisi
Canlılar âleminin en basit bir yapıdan, tek hücrelilerden çok hücrelilere ve daha kompleks ve gelişmiş organizmalara kadar dağılım ve çok sayıda çeşitlilik gösterdiğini bilmekteyiz. Bu kadar çeşitlilik ve milyonlarla ifade edilebilecek kadar miktarca farklılık ve özgünlük milyarlar ve milyonlarca yılı alan bir zamanda meydana geldi. Bu farklılık ve zenginliğin temeli ise genetik varyasyonlarla ifade edilmektedir. Evrim dediğimiz durum, genlere yansıyan değişikliklerdir ve evrim basit anlamda bir ilerleme değildir.
Biyolojik mantığın konusu “Canlı nasıl oluştu?” ve “Yaşam nedir?” sorularına yanıt bulmakla başlar. Çağdaş biyoloji bu soruları mekanizmalarla ve evrimsel olarak yanıtlamaya çalışır. Bu anlamda evrim biyolojinin köşe taşıdır. Biyoloji canlılara sadece basitten karmaşığa doğru zincirsel bir şekilde oluşmuş bir yapılanma olarak bakmaz. Bir zincir yapının ötesinde dallanan, farklı özelliklerle zenginleşen bir ağaç gibi bütünsel bir yapı olarak görür.
Bu bütünlükteki anlamı ve amacı anlamayı bilim felsefesi sağlar. Çünkü felsefe amaçları arar, anlamı arar. Bilim ne ve nasıl soruları ile çalışmasının yanına neden sorusunu da eklediğinde amaç ve anlama yönelmiş olur. İnsan şu andaki insan olmak için milyarlarca yıldan geçen bir dizi değişiklikler yaşadı. Hem biyolojik hem psikolojik hem de zihinsel bir süreç… Bu insana özgü bir durum oldu çünkü kendi evrim hattında her canlı kendisine göre yürümektedir.
İnsan en büyük sıçramasını soyut düşünceyi geliştirdiğinde gerçekleştirdi. Soyut düşünce, imgelem gücü yaratıcılığı artırmış ve sorun çözümünde sorunun tespiti, sorunun nedeni/kaynağı, çözüm için planlama, strateji oluşturma, harekete geçme yani uygulama ve sonuca ulaşma tecrübesine kaynaklık etmiştir.
Dr. Gülsen Altuntaş
Dil ve Sorunlarımızı Çözme İlişkisi
Kullandığımız dil için sözlük “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan” şeklinde tanımlansa da biliyoruz ki dil ve onun bizim üzerimizdeki etkisi tüm tanımlamaların çok daha ötesindedir. Doğa, toplum ve kendimizle her türlü iletişime geçmek için kullandığımız dil, mucizevi bir organizmadır.
Dilin işlevleri, çok çeşitli başlıklar altında toplanabilir. Bir toplumsal söylem olarak kullanılan dil, aynı ekip veya yaşantı içinde ekibin bağlarını güçlendirmek için kullanılabilir. Örneğin, Çin halkı sosyal hayatta ve iş hayatında farklı dil konuşurlar. Sosyal hayattaki düşünme biçimi ile iş hayatını birbirine karıştırmayı tercih etmezler. Bu örnekten yola çıkarsak bir çeşit kimlik ifadesidir dil. İmgesel düşünme ve ifade biçiminin dışavurumudur. Bunun bir sonucu olarak da arkadaşlığın, sanatın, duygusal aktarımın farklı ifade biçimleri ile karşılaşırız. Bir araştırmaya göre şu anda dünya üzerinde 7000 çeşit dil mevcut bu da bir o kadar bilişsel zenginlik demektir. Bilişsel bilim alanındaki Lera Boroditsky belirttiği gibi bir toplulukta geçmiş zaman ekleri ve onların çağrışımı beden dilinde geleceğe aitken; başka bir toplulukta tam tersi olabilir. İki farklı ele alış iki farklı dünya tasavvurunu doğurur.
Problem çözmede insanlık dile bağımlı mıdır? Bu konu hâlâ belirsizliğini korumakta. Dil, belli kurallara dayalı, sembolik temsil sistemidir. Çok farklı yollarla somutlaşır yazılı olmak zorunda değildir. Bu yüzden; genel kanı ve öznel tecrübelerimiz kendimizle yaptığımız iç diyalog düşünme yeteneğimizi etkiler. Sembolik temsil edilen dil sadece konseptleri göstermez ayrıca bu konseptleri değiştirip tekrardan yaratıcı çözümleri kolaylaştırır. Bu açıdan problem çözmeye yardımcı olabilir.
Boroditsky’nin bir konuşmasında verdiği çarpıcı örnekler her birimizi tekrardan düşünmeye sevk ediyor: acaba dil düşünme yeteneğimizde ne kadar etkili diye? Örnek verecek olursak; sayı saymanın bilişsel ve dilsel bir karşılığının her toplulukta olmadığı, Aborjinlerin sağ-sol yön kelimelerinin olmadığı bunun yerine koordinatları kullanmaları, renk kodlama sisteminin değişiklik gösterdiği gibi kullanımlar aslında dilin neleri, ne kadar ve nasıl ele aldığımızın farklı örnekleridir. Bu sebeple “İkinci bir dil öğrenmek ikinci bir ruha sahip olmaktır ” sözünü bize hatırlatan Boroditsky, dil üzerinden sahip olduğumuz bilgiler gerçeğin birer yüz olduğu fikrini, gerçeğin kendisine sahip olmadığımız fikrini hatırlatıyor.
Bir başka araştırma ise bizlere gösteriyor ki: problem çeşidine göre iletişim stratejisi seçilebilir. Beyin fırtınası kullanılacaksa seslendirme metodu işe yarayabilir. Fakat bu metot görsel imgeleme stratejisi için uygun olmayabilir. Çünkü seslendirerek düşünmenin iç diyaloğu negatif etkilediğine dair bulgular mevcut. Örneğin: problem çözme, tat alma süreci, estetik değerlendirme, hafızayı geri çağırma, yüz hatırlama gibi işlemlerde seslendirme destekten çok zorlayıcı bir metod olabilir. Çünkü zihnimizin arka planında çalışan fakat farkında olmadığımız bileşenler kesintiye uğrayabilir.
Bu panelde kısaca “Dilimiz, Düşünce biçimimizi etkiler mi?” sorusuna cevaplar aradık. “Cevap, büyük oranda etkiler fakat düşünce sistemimiz tamamen dile bağlıdır.” diyemeyiz. Dillerin her biri bilişsel olarak dünyayı algılamak için duruş noktalarıdır. Eğer nasıl yol bulabileceğimizi bilirsek dünyanın tüm dillerini birer araç olarak kullanabiliriz. Bu da bizim dünyayı daha olduğu gibi algılamamız için bir giriş kapısı olabilir.
Eray Öztürk
Sanat ve Sorunlarımızı Çözme İlişkisi
“En güzel deneyim gizemlidir. Asıl duygu, gerçek sanatın ve gerçek bilimin beşiğinde durandır.”
Einstein
Antropologist, Oliver Sacks der ki “Bir kişinin vücudu ve duyuları, sembol ya da dilden daha az önemli olmayan eşsiz bir kapasiteye sahiptir.” Duyularımızı ve vücudumuzu katarak kendimizi ifade etmede kullandığımız sanat, problem çözmede de etkin bir disiplin hâline gelebilir. Bilişsel gelişimi sağlamada önemli rol üstlenen sanat, sağladığı yüksek bilişsel düzey sayesinde problemlerin üstesinden gelebilecek bir formül yaratmış olur.
Bilinci, “Düşünce, tecrübe ve duyular aracılığıyla bilgi edinme süreçleri ya da mental aktivite” olarak tanımlarız. Sanatın köken araçlarından mimesis ise “gerçek dünyanın sanat ve edebiyat alanında temsili bir yansıtılması” anlamına gelmektedir. Kanadalı Nörofizyolojist Merlin Donald “Modern Zihnin Kökenleri” adlı kitabında, insanın bilişsel gelişiminde mimesisin önemini vurgular: “Mimesis basit bir taklit değil, bir olayın ya da ilişkinin kelimesiz bir düzlemde, açıkça zeki bir şekilde temsilidir.”
Kişi tamamen dil yeteneğini kaybetse de temsil yeteneğini kaybetmediği kanıtlanmış hâldedir. Bu sayede bilişsel gelişim nesiller geçse de korunabilmiştir. Tomasello, “İnsan Bilincinin Kültürel Kökenleri” adlı kitabında insanın içinde yetiştiği çevrenin insanı olduğundan daha insan yaptığından ve bilişsel gelişimin temel rolünü çevrenin üstlendiğinden bahseder.
2005, Rueda, Rothbart, Saccamanno ve Posner, bilimsel bir teori geliştirdiler: Her bireysel sanat şekli ayrı bir beyinsel ağ ile ilişkilidir. Direkt dikkat gösterilen unsuru tek düzlemde değerlendirmekten ziyade bu çalışma ile IQ gelişimi ve dolayısıyla bilişsel gelişimde sanatın etkisi gözlemlenmiş oldu.
Sanat Esneklik Kazandırır
“….Hipotezimiz beyin ağının, önemli bir dikkat ve yoğun çaba gerektiren bir kontrole maruz kaldığında özel bir öğrenme ile güçlendirilebileceği yönündeydi. Aynı zamanda müzik, sanat ve sahne sanatları, pek çok genç insanda coşkuyu ortaya çıkararak, coşkunun bu tarz bir dikkati sağlamaya zemin hazırladığı yönündeydi. Bu motivasyon da dikkat ağının gelişimine ve çeşitli bilişsel yeteneklere yol açabilir. ‘Sonuç şu veya bu şekilde sanata maruz kalmış katılımcıların bilişsel açıdan daha gelişmiş bir beyinsel ağa sahip oldukları yönündeydi.
Sanat terapisi, kişiye savunma mekanizmalarını daha sağlıklı kullanmayı sağlar. Stresi çözer.
Çinli sanatçı ve aktivist Ai Weiwei der ki: “Orada duruyordum ve bedenim rüzgârla sarsılıyordu, rüzgârda ölümü hissediyordum. Sadece oradayken hissedebileceğiniz bazı tür duygularla sarılmıştım. Dolayısıyla benim için o aynı pozisyonda kalabilmek, bugünün politikalarında insanın endişelerinden çok uzak bir noktada olabilmeyi önermekti.”
İşte sanat sayesinde her şeyden uzak o yüksek noktada kalabilmek, sorunları çözmek için gerekli zihinsel esnekliği sağlar. Bu, Ölü Ozanlar Derneği filminde masanın üstüne çıkma sahnesinde olduğu gibi, kişilere daha yüksek bir noktadan, mantığın aştığı durumlara bakabilme yetisi verir.
Sanat sorunları, durumları yansıtır ve bir toplumsal bilinç yaratır.
Martin Heidegger’in (1889-1976) sanata felsefi bakışına göre sanat, sanatçının kendini toplumla, kendini topluma ifade ederek ilişki kurduğu bir iletişim biçimidir. Rönesans döneminde, İtalya’da sanatçılar hümanist felsefeyi kendilerini sanatla ifade ederek yaşattılar. İnsanın düşünme yetisinin elinden alındığı, tek gerçekliğin din ve engizisyon olarak kabul edildiği, insanların tedavi edilmesinin bile günah sayıldığı, filozofların, bilim insanlarının yakıldığı Orta Çağ’da, insanın aşkın tarafı Raphael’in melekleri ardına gizlenmişti. Düşünbil Portal’da bahsedildiği üzere, “Aristo, Galileo, Da Vinci gibi devlere sahip olsak da onların uzmanlık gerektiren alanlara yaptıkları katkılar söz konusu olduğunda bile eğer farklı farklı alanlara yönelik bir zihinsel birikim ve kavrayış gücüyle probleme yaklaşmamış olsalardı, bu katkıların aynı şekilde yapılmamış olacağı apaçıktır. Polimatlar dünyayı farklı şekilde görürler. Benzersiz bir bakış açısına sahip olmanın avantajıyla normalde göz ardı edilen bağlantıları kurarlar.” Polimatlar olarak sadece sanat yapmak bile, o sanatı felsefi bir eylem hâline getirerek toplumsal bir bilinç yaratmış ve rönesans gibi bir akımı doğurmuştur.
Sanat, Evrensel Fikirlerle Gündelik Olanı Aşar
Güzellik algısı ve estetik bilinç ile kendisine ait olmayan problem yaratan, çirkin ve uyumsuz olanı arar ve üstesinden gelir. Aynı zamanda bilinç, uyandırarak tepki verir ve toplumsal bir bilişsel değişim yaratacak güce sahip, soyut ancak güçlü bir silahtır: 1937 yılında, İspanyol kasabası Guernica bombalandığında, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatan bu eylem Picasso’nun sanata dönüştürerek bilişsel bir baş kaldırış eylemi hâline getirdiği “Guernica” adlı tablosunda güçlü ve soyut bir silaha dönüşmüş niteliktedir: sanatın fikirsel silahına. Sanat galerisinde bu tabloyu görüp kendisine “General bu tabloyu siz mi yaptınız?” diye soranlara “Hayır siz yaptınız.” demiştir. Bu da sanatın fikirsel düzlemde barış fikrine göndermede bulunarak sorunlara karşı bir farkındalık yaratma niteliğini vurgular.
Benzer bir yaklaşımı sahne sanatlarında da görmekteyiz. Shakespeare tiyatro için: “Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, İyiliklerin iyiliklerini, kötülüklerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak.” demiştir.
Sanat, Benlik Duyusunu Doğurur (Bireysel ve “BİReysel”)
Sanat aracılığıyla insanlık, öz kimlik keşfine çıkıyor. Kendini toplumun etnik kökeninden, dayattığı rollerden ayırarak kim olduğunu anlamaya ve o kimlikte bulunan neyse onu özgünlüğüne yansıtmaya doğru itiyor. Ursula Le Guin’in yazdığı “Karanlığın Sol Eli” adlı roman cinsiyetsiz bir toplumu hayal ettirerek cinsel ayrımcılığın sonuçları konusunda bir farkındalık yaratırken; Arundati Roy da “Küçük Şeylerin Tanrısı” adlı romanda sınıf ayrımının yarattığı kötülükleri okuyucuya yaşatarak bu sonradan üzerimize giydirilen rollerin ötesinde insanın kim olduğunu tekrar sorgulatıyor.
Bu kimlik arayışı, daha sonra toplumların, toplumsal hafızasına kazınıyor ve birleştirici faktör işlevi görüyor. Savaş zamanları Picasso hatırlanabilir. Orta Çağ gibi karanlık zamanlarda da rönesans tabloları insanlığı yeniden ve yeniden düşündürebilir. Her sorunun çözümü olabilecek o düşünsel süreci, sanatın temsil ettiği değerlerle başlatmış olduğunu görmekteyiz.
Leonardo Da Vinci’nin de söylediği üzere:
“Sanatı bilimsel açıdan inceleyin. Bilimi sanatsal açıdan inceleyin. Duygularınızı geliştirin. Özellikle de nasıl göreceğinizi öğrenin. Her şeyin, diğer her şeyle bağlantılı olduğunun farkına varın.”
Elif Öztürk
İzmir Aktiffelsefe Güzelyalı ve İzmir Beyaz Nokta Gelişim Derneği işbirliği ile 6 Nisan 2019 tarihinde gerçekleşen “SOR SORGULA HAYATA UYGULA” panel ve soru konferansı özetidir.