KENDİNE EGEMEN OLMAK

Sizlere “kendine egemen” olma veya halk arasında “kendine hâkim” olmak da denen kavramdan bahsedeceğim.

Ben kendime hâkim biriyim veya hiçbir şeye hâkim olamıyorum demeden önce gelin bu kavramı biraz irdeleyelim.

Japonya’da şöyle bir hikâye anlatılır:

Zen ustası Hakuin bilgeliğiyle tanınan bir kişidir.

Bir gün, bir samuray ziyaretine gelir ve ona “Cennet ve Cehennem var mı?” diye sorar. “Eğer var ise kapıları nerededir? Oraya nasıl girilir?”

Samurayın basit bir zihni vardır. Felsefe ile uğraşmaz, onu sadece yaşam ve ölüm ilgilendirir. Öğrenmek istediği yalnızca, cennete nasıl gireceği ve cehennemden nasıl kaçacağıdır.

Bilge Hakuin samuraya “Sen kimsin?” diye sorar.

Samuray, “Ben bir samurayım, samuraylar, hayatını vermek için bir saniyeliğine bile tereddüt etmeyen mükemmel savaşçılardır. İmparator bile samuraylara saygı duyar” diye yanıtlar…

Bilge Hakuin alaycı bir tonla şöyle der: “Bir samuray mısın?  Daha çok bir dilenciye benziyorsun.”

Samuray öfkesinden kudurur, Hakuin’e geliş sebebini, cenneti, cehennemi unutur. Hakuin’in başını uçurmak için kılıcını kınından çıkarır.

Bilge, Hakuin sakince şöyle der:

“Bir kapı var ki güç, öfke, kibir, ego bunlar cehennemin kapılarıdır.”

Samuray verilen dersi anlamıştır, kılıcını sakince kınına koyar.

“Bir diğer kapı var ki kendine egemen olmak. Bu da cennetin kapısıdır.”

Kendimize egemen olamadığımız zaman, fark etsek de etmesek de cehennemde yaşamaktayız. Belki daha sonra yaptığımıza pişman oluruz ama yaşanan bu anlar bizim hayatımızdan bir şeyler alıp götürür.

Aklımıza gelecek ilk soru neye karşı kendime egemen olacağımızdır?

Neler olabilir?  Kişiden kişiye değişse de, engel olamadığımız öfkemize, korkularımıza, endişelerimize, tutkusal, içgüdüsel hazlarımıza, intikam alma, kin besleme, nefret ve buna benzer kontrol altına alamadığımız veya daha doğrusu bizi kontrolü altına alan duygu ve düşüncelerimize egemen olmaktan bahsedebiliriz.

Kimisi bir fare gördüğünde kendi korkusuna egemen olamaz, kimisi kendisine yapılanın saldırı olduğunu düşünüp öfkesine egemen olamaz, kimisi de yemek karşısında kendine egemen olamaz.

Aristoteles kaçınılması gereken üç tür alışkanlıktan bahseder:

  • Kötülük: Kötülüğün karşıtı erdemdir.
  • Canavarlık: Kötülükleriyle sınırı aşan insanlara denir. Karşıtı kahramanlıktır.
  • Kendine egemen olmama: Bunun karşıtı da kendine egemen olmaktır.

Kendine egemen olamayan kişi hangi konuda zayıflığı var ise o konuda bununla sınanır.

Şöyle bir örnek verebiliriz. Sağlık nedeniyle tatlı şeyler yemememiz gerekiyor fakat tatlıyı da çok seviyoruz. Sağ akıl tatlı yemememizi salık verecek fakat başka bir yönümüz bizi yememiz için kışkırtacaktır. Kendine egemen olamayan kişi zararlı olduğunu bildiği hâlde yiyen kişidir.

Aristoteles haz düşkünü kişiyle, kendine egemen olmayan kişiyi aynı kefeye koymuyor. Ve şöyle diyor: “Kendine egemen olamayan kişi zararlı olduğunu bilir fakat buna rağmen kendine hâkim olamayıp tatlıyı yer, haz düşkünü ise bu durumu sorgulamayıp hazzın peşinde koşan kişidir.”

Kendine egemen olmayan kişinin, en azından kendini teselli edeceği bir yanı vardır, o da kendi kusurunun farkında olması. Keza kusurunu fark eden kişi değiştirmeye çalışabilir.

Eğer bir kişiye kendisine egemen olmasıyla ilgili telkinde bulunuluyorsa, o kişinin bazı durumlarına imada bulunulmuş olur.

Diyelim ki, bir baba çocuğuyla sinemaya gitti. Bir süre sonra çocuğun canı sıkıldı, babasına sorular soruyor, kıpır kıpır hareket ediyor. Gazoz, çikolata istiyor. Çocuğun arkasında oturan bir izleyiciyi durumdan rahatsız olup babasına sesleniyor. ”beyefendi çocuğunuza egemen olun”.  Bu dört kelimelik emir cümlesini incelersek durumla ilgili bazı tespitlerde bulunabiliriz:

Yaşanan olayda en az 3 karakter olduğunu anlıyoruz. Çocuğuna hâkim olması istenen baba, hâkim olunması istenen çocuk ve rahatsız olan bir sinema izleyicisi.

Peki, sinemada rahatsız olan izleyici gibi, benim içimden de beni rahatsız eden bir duruma karşı böyle bir ses gelir mi? Hey David, kendine egemen ol. Böyle bir ses geliyorsa, içimde hâkim olmam gereken bir çocuk, rahatsız olan bir yanımız ve duruma egemen olmasını istediğimiz bir baba var mıdır? Gelin senaryodaki karakterleri kendi iç dünyamıza yerleştirelim:

Sinemada bizden egemen olmamız istenilen çocuğu, kendi içimizdeki öfkeli, korkak, kıskanç veya obur olan, kendimize egemen olamadığımız tarafımız olarak düşünebiliriz.

Çocuğa egemen olması istenilen babanın, içimizdeki olgun taraf yani kusurumuza hükmetmesini istediğimiz iradeyi temsil ettiğini düşünebiliriz.

Bir de bu durumdan rahatsız olan taraf vardır. Peki, o kimdir? Mikroplar vücuda saldırdığında rahatsız olan taraf insanın tüm vücududur. Bunun gibi öfkemizi, kibrimizi ve buna benzer kusurlarımızı yenemediğimiz zaman psikolojik sağlığımızdan başlayarak, bedenimizin ve zihnimizin dengelerinin bozulmasına neden olan da insanın kendisidir. Yani içimizdeki çocuğa hâkim olamadığımız zaman sonuçta rahatsız olan yine biz oluyoruz.

Çıkarılacak son mesaj hey baba sen çocuğuna hâkim ol. Yani içimizdeki olgun tarafın ham tarafa egemen olmasını söyleyen iç ses.

Kadim Hint destanı Mahabarata’nın bir bölümü olan Bhagavat Gita, insanın içindeki iki zıt gücü, birbiriyle savaş hâlinde olan iki ordu olarak sembolize etmektedir.

Bu güçlerden biri adalet, kardeşlik, yardımseverlik, anlayış gibi insani değerleri elinde tutan Pandavalar yani erdemlerimiz, içimizdeki olgun yan, örnekteki babadır. Diğer güç ise insanı bu durumlardan uzaklaştıran bencillik, kıskançlık, harislik, kibir, gibi değerleri elinde tutan Kuravalar yani kusurlarımızdır, örnekteki çocuk gibi.

Erdemler ile kusurlar birbirine üstünlük sağlamak için savaş hâlindedir. Bhagavat Gita’ya göre insanın içinde yaşanan bu mücadelenin sonucunu yalnızca bir güç sona erdirebilir. Kuravalar’a oku atmaya cesaret edebilecek bir kahraman ki o kahraman da yine insanın içinde olan bir güçtür. Eserde bu kahramana Arjuna ismi verilmektedir. Ve bu kahramana ideal olanı yapmasını söyleyen Krişna adında bir bilge vardır, o da iç sesimizdir. Savaş Kurukşetra ovasında gerçekleşmektedir, onun manası da “gerçeklik ovası”dır yani yaşadığımız dünya. Bu savaş evimizde ailemizle birlikteyken, okulumuzda arkadaşlarımızla, işimizde ekmek parası kazanırken, kendimizle baş başayken ve her yerde her zaman olan bir savaş. Arjuna kusurlarına ilk oku attığı zaman içimizdeki erdemler, kusurlarımızı yenmeye başlamaktadır. Anne o an çocuğuna egemen olmaya başlamıştır. Tek bir okla, tek bir teşebbüsle kendimize egemen olmak pek mümkün olmayabilir fakat artık o kusuru yenmek için bir adım atılmıştır…

Değişim birden gelmeyecektir. Önemli olan kusurumuzu, zayıf ve yetersiz olan unsurumuzu fark etmemiz ve ilk adımı atmış olmamızdır. Arkasından disiplinli bir şekilde çaba koymak gerekir, ta ki kusurumuz boyun eğene kadar. Kendimize ormandaki bir aslan gibi güvenelim ve bize engel olabilecek, bezginliklere savsaklamalara, endişelere fırsat vermeyelim.

Eğer ilk adımı attıktan sonra disiplin ve çaba koymazsak yer çekimi kanununda olduğu gibi her şey aşağı doğru inmeye başlar, yani kusurlarımız tekrar hâkimiyeti ele alır.  Bundan dolayı süreklilik, kararlılık şarttır.

Erdemlerimizden birinin gücünün artması, o erdemin karşısındaki kusurun gücünü zayıflatacaktır. Eğer cesaretimiz bir miktar artarsa, korkularımız da aynı miktarda azalacaktır. Çalışkanlığımız arttığında, tembelliğimizin azalacağı gibi.

Dünyadaki sorunlara bilim insanları, siyasetçiler, gazeteciler birçok çözüm önerileri getirilmekteler. Felsefe çalışan bizler Aktiffelsefe’de, klasik tarzda filozofların da bahsettiği gibi sorunu da, çözümü de insanda görüyoruz. Konfüçyüs’ün dediği gibi eğer ben değişirsem, benden örnek alan ailem değişir, ailem değişirse ondan etkilenen şehrim değişir, belki o zaman dünyayı değiştirebilirim. Suya atılan bir taş, tek bir noktadan başlayarak dışarı doğru büyüyen daireler oluşturduğu gibi, gerçek değişimler içeriden dışarı doğru olur. İçimizdeki bir gücü hareketlendirmek hem kendimizi hem de bizim ile temas hâlindeki birçok kişiyi etkileyecektir.

Mademki kötü ve iyi diyebileceğimiz her şey bizim içimizdedir, öyleyse ne yapıp edip iyiliğin gücünü edinmeye çalışalım.

Paylaşımlarımızı, yardımseverliğimizi artırarak bencilliğimizi azaltabiliriz,

Alçak gönüllüğümüzü arttırarak, kibrimizi azaltabiliriz,

Güvenimizi artırarak, kıskançlığımızı azaltabiliriz,

Hoşgörümüzü artırarak, öfkemizi azaltabiliriz,

Anlayışımızı artırarak, nefretlerimizi azaltabiliriz,

Sevgimizi artırarak, düşmanlıklarımızı azaltabiliriz,

Bilincimizi artırarak, hazlarımızı azaltabiliriz…

Son olarak Eflatun’un sözüyle bitirmek istiyorum. “İnsanın kendi kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür.”

Sağlıcakla kalın, hoşça kalın.

DAVİD İSRAEL

Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin:

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir