CARL ORFF: MÜZİK GELENEĞİNİN VE ZENGİNLİĞİNİN BESTECİSİ

Tüm müzik düşkünleri onu tanır, müzik eleştirmenleri ondan nefret eder ve kimse onu anlamaz. Halk, onun eserlerini gizlice sever. Sınıflandırılması imkânsız olan müziği, derin bir şekilde özgün olup Batı içrekliğinin Geleneğinden güç alır. Bu müzik yaptığı inanılmaz gürültüyle karanlığın ilk güçlerini ayağa kaldırır ve dikkate değer bir kalabalığı bir araya getirir. Bu müzikte ilkel insanın en eski köklerini bulmak mümkündür.

Bavyeralı Carl Orff Münih’te doğmuş ve ölmüştür (1895-1982). Alman ve Merkezi Avrupa kökenli olarak gerçekten mistik ama aynı zamanda eskiye ait, popüler ve Alman bir kültürün mirasçısıdır. Hayatının ilk kırk yılı boyunca neredeyse hiçbir şey bestelemedi: İnatla kişisel sesini aradı. Hayatını kazanmak için Monteverdi’nin bir takım eserlerinin düzenlemelerini yaptı ve aynı zamanda çocuklar için bir müzik eğitimi metodu geliştirdi (Orff-Schule). Ne romantik müziği yeniden yapmak ne de çağdaş müziğin tuzağına düşmek istiyordu. Esin ararken aynı zamanda kendi yolu da olacak olan içrek Geleneğin yolunu buldu.

Anıtsal ve Metafizik Eserleri

1935’te dünyaca tanınmasını sağlayacak olan ilk eserleri Almanya’da piyasaya çıktı. O yıllarda solistler, büyük koro ve büyük orkestra için mistik ve dindışı üç kanattan oluşan sahnesel bir üçleme bestelemekteydi. Amacı Yunan gizlerinin büyük geleneğini, Latin şiirlerinin büyüsünü ve Ortaçağın ağırbaşlılığını yeniden uyandırmaktı. Eserlerine Trionfi (Zaferler) ismini verdi.

1935’te dikkate değer bir etkiye sahip mistik bir kantat olan ünlü Carmina Burana’sı (Bures şarkıları) yayınlandı.

1941’de Verona dilinde yazılmış şiirleri bestelediği Catulli Carmina (Catulle şarkıları), 1955’te de eski Yunanca şiirleri bestelediği aşk tanrıçası Afrodit’i konu alan Trionfo Di Afrodite’i tamamlandı.

Amacı, dinleyiciyi bir anda etkileyen büyük korolar ve büyülü vurmalı çalgılar aracılığıyla insanlığın mistik yönünü meydana çıkarmaktır. Orff büyü sözlerini kullanarak ve durmadan basit ve güçlü temaların tekrarıyla dinleyiciyi büyüleyerek buna ulaşır: Bu Geleneğin pedagojik yöntemidir. Carmina Burana için sahnede beş yüz koro elemanı ve üç yüz icracı (bunların otuzu vurmalı çalgılardır) olmak üzere sekiz yüz kişinin bulunması gerekmektedir!

Gelenekle ilgili araştırmalarında yorulmak bilmeyen Orff, bunu takiben Kelt ye Alman geleneklerinden hareketle garip küçük operalar da bestelemiştir. Ay kültünden çok etkilenerek, karanlığa gömülen bir dünyada ayların kayboluşunu anlatan Grimm kardeşlerin garip, küçük bir masalını 1939 yılında Der Mond adıyla bestelemiştir. Aynı zamanda halka Die Kluge (iyi Düşünen Kadın) başlıklı lirik bir popüler Alman masalına dayalı basit bir opera sunmak istemiştir. Gösterdiği fedakârlığın büyüklüğü operalarının hiçbirinin 1970’e kadar plağa kaydedilmediği söylendiği zaman anlaşılabilir!

Orff daha sonra Yunan trajedilerini müziklendirmeye daha doğrusu opera için yeniden sahnelemeye koyulmuştur. Bu gösterimlerde ona destek olmak üzere sınırsız bir sabır sahibi dinleyiciler gerekmektedir. Orff, Wagner gibi, Euripides ve Sophocles’in eserlerine dayalı on beş saat süren trajik Grek müziği yapmaktadır. Hölderlin tarafından Almancaya çevrilen Eski Yunancayla şarkı söylenmekte, inşad edilmekte, dinsel şarkılar okunmakta zaman zaman ulunmaktadır. Parçalar resitatif ve tek düzene göre ritimlendirilmiş olup, zaman zaman müziksiz olarak (a capella), ayakta duran solistler ve titreyen korolar tarafından sade bir dekorda seslendirilmekte ve ara vermeden saatlerce sürmektedir. Olayları iyice karmaşıklaştırıp dinleyiciyi iyice etkilemek ve koral kitlenin uzun dualarının altını çizmek amacıyla bir kısmı bilinmeyen kökene sahip olan veya kendisinin icat ettiği altmış farklı vurmalı çalgı kullanmaktadır. Böylece 1949’da Antigone, 1959’da Tiran Ödip ve 1968’de Prometeus halka sunulmuştur.

Daha yakın bir zamanda, 1974 yılında, Salzburg Festivali’nde Herbert von Karajan’ın da işbirliğiyle Zamanın Sonunun Komedisi (De Temporum fine comedia) adında bir tuhaf eseri sergilemiştir. Bu eserde Hıristiyan içrekliğine atıfta bulunan bir Ortaçağ “oyunundan” esinlenmiştir. Bu eserde Asya dinsel şarkılarının karışımını, Lucifer’in görüntülerini, Kopernikyen küreleri, maddenin saf Ruh’a ulaşmak için yeniden doğuşunu anlatan dünyanın karanlık sonuna dair bir atmosferde bulmak mümkündür. Tiyatro dekoru yerine dev ekranlı bir sinema salonu, otomatik satış makineleri, toz ve ateş, Çin ve Güney Amerika vurmalı çalgıları vardır.

Carl Orff büyüleyici bir bestecidir. XIX. yüzyılın romantik orkestrasına sırt çevirir; müziği korolar, vurmalı çalgılar ve çok basit melodiler oluşur.

“Idıophone” çalgıları, özellikle doğu ve Latin Amerika kültürüne ait çeşitli ziller de dâhil olmak üzere ziller, marakas, glockenspiels, çanlar, flüt, tambur, kaval, üçgen, simbal ve Çin konilerini kullanır. Timpanilerin etkisi genelde tehlikelidir zira ona göre “mutluluğa büyülenerek ulaşılmalıdır”. Koral kitleyi optik bir mistik içerisinde dansın yakanıza yapışan ritmini kullanan vurmalı çalgılarla vurgular. Zaman zaman müziğini Japon No tiyatrosuna veya doğu kökenli tek düzenli şarkılara benzetenler çıktıysa da onun hareket noktası temelde ilkel ritimler ve tekrarın pedagojisidir.

Carl Orff’un eserleri Judeo-Hıristiyan düşünce çizgisinde yer almaz. Onlarda antik Yunan’dan, Platonizm’den ve Gizliliklere kabul törenlerinden getiriler vardır. Onun eserlerinde aynı zamanda Hindu, Budist ve Taoist felsefelerden gelen doğu kökenli ögelere de rastlanır.

Sık sık Orta Çağ’a, Orta Çağ’ın katedral duvarcılarına, panayır cambazlarına, simyanın ardındaki “oyunlar”, “sözler” ve “lais”lerden bahseden çelebi romanlarına göndermeler yapar.

Ansiklopedik bilgilere göre neredeyse bir yüzyıl yaşamış olan Orff, Sophocles ve Platon’un eserlerinin tamamı yanında büyük Alman romantiklerini ve büyük doğu filozofları Konfüçyüs ve Lao Tse’yi okumuştu. Bu düşünce akımlarını tiyatro, dans ve büyülü şarkılarla yeniden canlandırarak onların bir sentezini yapmayı denemişti. Ayrıca müzikal tiyatroyla Batı İçrek Geleneğini XX. yüzyıla taşımayı amaçlamıştı.

Carl Orff en gizli büyülü etkilerin karıştığı Bavyera toprağında Münih yakınlarında bir mezarlıkta yatmaktadır.

Carmina Burana, Geleneğin Büyük Kantatı

1935’te Carl Orff Bures şarkıları anlamına gelen Carmina Burana adında solistler, büyük koro ve büyük orkestra için dev bir kantat besteledi. Bu klasik repertuvarın en etkileyici müzikleştirmelerinden biriydi çünkü Orff büyük bir kalabalığı kullanarak çağların gerisinden gelen insanlığın ilkel şarkılarını tasvir etmekteydi. Garip bir sembolizm içeren bu ünlü eser Geleneğin ışığında aydınlatılmalıdır.

Burana din dışı bir kantattır. Eser dikkate değer koro ve alet olanakları gerektiren ve bir saat civarında süren şarkılar ve orkestrasyondan oluşur. 1937’de Frankfurt’taki ilk seslendirilişinden beri konser yöneticileri gerekli insan sayısını taşıyabilecek salon bulmakta zorlanmışlardır. Eserin seslendirilmesi için iki yüzü oyuncu, üç yüzü icracı, kadınlar ve erkekler olmak üzere ikiye ayrılmış koronun üç yüz elemanından oluşan toplam sekiz yüz kişiye ihtiyaç vardır. Ayrıca otuzdan fazla vurmalı çalgı kullanılmalıdır. Kantat üç ana bölümde sürekli olarak yeniden başlayan kutsal aşkın ebedi çevriminde insanlığın genel kaderini anlatır. Giriş ve sonuç teması olan Fortuna, Imperatrix Mundi (Talih, dünyanın efendisi) tüm ekip tarafından bir arada söylenir ve evrensel yasanın çevrimsel ve kozmik ebediyetini temsil eder.

Tiyatro sahnesinde, oyuncular ve mim sanatçıları Yaratılış’ın tüm hayvanlarının eşliğinde dünya tarihinin birbirini takip eden insanlıklarının bağrındaki çevrimsel zamanı temsil eden değişik çağların kıyafetleriyle birbiri ardından geçit yapar. Böylece opera ve konser karışımı bir türe sahip “sahnesel bir kantat” denemesi yapılmış olur.

Carmina Burana’nın metinleri 1803 yılında Almanya’da Kochelsse yakınındaki Benedicthausen manastırı yakınlarında bulunan ve büyük olasılıkla XII. ve XIII. yüzyıllarda gezgin şairler tarafından yazılan anonim bir el yazmasının metinleridir. “Goliards” olarak adlandırılan bu şairler Ortaçağın katı dünyasına karşı bir gençlik isyanını gürültülü tasvirler aracılığıyla anlatmaktadırlar. Buna Orta Çağ ile antik Yunan’ın “Talih Yolu”, Fortuna ve Anarke ile sembolize edilen kader aracılığıyla sentezlenmesi denilebilir. Gezgin keşişlerin bu din dışı metinleri Latince, halk Almancası ve eski Fransızca olarak yazılmışlardır. El yazmaları Bavyera’daki Münih Ulusal Kütüphanesinde saklanmaktadır.

Eser tüm müzikal sınıflandırmaların dışındadır. Eserin temeli ilkel ve masif temaların vurmalı çalgılarla vurgulanmış koronun tekrarından oluşmaktadır. Orff ritmi metnin anlatımı olarak kullanmıştır. Burana’nın ses dünyası sesin sihirli büyülemeleri, ritm ve danstan oluşmaktadır. Amaç bilerek yapılan garipliklerle beyinde çarpıcı bir etki uyandıran ilkel geleneği hatırlatan büyülü semboller kullanılarak izleyicinin ruhunda vurucu etkiler yaratmaktır. Hedef, başoyuncusu kendi nesnel ve evrensel bakışıyla Doğa’nın ruhunu taşıyan insan olan araçlarla ilkel güçleri canlandırmaktır.

Eserin tamamen müzikal ve din dışı yönünün ötesinde, Burana’da doğrudan Batı içrek geleneğine yöneltilmiş metafizik ve büyülü bir anlam bulmak mümkündür. Eser aslında değişik zamanlarda bestelenmiş üç kantattan oluşan sahnesel bir üçlemedir. Bu üç eser Trionfi veya Zaferler başlığına sahiptir. İçreklik açısından “zafer” terimi tarotun yirmi iki önemli gizini gösterir. Burana’nın ana teması olan Talih Yolu kaderin sürekli olarak yeniden başlayan çevriminin kozmik bütünlüğünde Dünyanın İmgesini simgeleyen onuncu önemli gizdir. Bu nedenle Burana’da Doğu ve Yunan felsefelerinden esinlenilen, Evrenin Ebedi Tekrar’ının sembolünü görmek gerekmektedir.

Eserin müzikal olarak ana teması yedi bölüme ayrılmıştır -büyülü rakam- ve toplamı kırk dokuz şekilde yedi kez arka arkaya tekrarlanır. Burada antik Doğu bilgelerince tasarlanan insanın yedi sayısıyla belirlenen yapısı karşımıza çıkar.

Büyük koronun girişteki bu yedi kezlik tekrarı Ebedi Dönüşün yedi değişik aşamaya bölünüşünü sembolik olarak gösteren Talih Yolu döngüsünün bağrına yerleşir. Müzik düzenli olarak İnsanlığın maddenin Saf Ruh olarak aşıldığı bir hale ulaşmak için geçirdiği simyasal değişimleri anlatan bu şemaya göre ilerler.

Sonunda “Simyanın Tarihi” eserinde Serge Hutin’in yaptığı gibi bazı yazarlar Burana’da gerçekte tantrik Tibet yazılarının bir çevirisini bulurlar. Hutin “Burana’nın 1937’de Carl Orff tarafından orkestraya uyarlanışı, gerçek Orta Asya’nın tantrik mantraları olan kutsal motifleri bulabileceğiniz İpsişizm üzerine insanı hemen etki altında bırakan ve bestecinin bilinçli olarak tuhaflaştırdığı bir müziktir; artık Batı ile Doğu arasındaki onarılmaz bir bölünmeden söz etmek mümkün değildir.” Geriye kalan tek şey Carmina Burana’nın el yazmasının Avrupa değil Asya, Hindistan veya Tibet kökenli olduğunu göstermektir. Eğer böyleyse kökeni ne olabilir? Bu sır hala çözülmeyi beklemektedir.

Eric JEANMONNONT

Çeviri: Yeşim ÖZBEN