BEETHOVEN

XVIII. yy. sonlarında Avrupa toplumunda eski rejimler ölmek üzere idi. Yeni bir çağ başlıyordu ki adına “Aydınlanma Çağı” deniyordu. Üç temel ilke; ÖZGÜRLÜK, ADALET, EŞİTLİK halkların kafasında belirmeye başlıyordu. Geçmişte olduğu gibi ACI çeken, zulmedilen, ağır vergilerin altında ezilen, özgürlükleri kısıtlanan insan, bütün bunlara başkaldırıyordu. Boston katliamları ardından Fransız Devrimi patlak veriyordu.

Avrupa değişim içerisinde idi. XIV. YY.’ın başlarında düşünceler, sanat, zekâ ve bilimler tarafından yeniden inşa edilmeye başlanılıyordu. Dine karşı ilgi azalınca insanların manevi ihtiyaçlarını sanat karşılayacaktı. Sosyal dinin tanrısı AKIL’dır. Akıl ön plandadır.

Şu bir gerçektir ki; devrim hangi alanda olursa olsun ancak GÜÇLÜ KİŞİLİKLERİN dünyaya gelmesi ile mümkündür. Müzik alanında devrim yaratacak ve Fransız Devrimi’nin meşalesini aydınlatacak güçlü kişilik 16 Aralık 1770 yılında Almanya’nın şirin Bonn kasabasında, fakir bir evde dünyaya gelir. O zamanda Amerika kıtasında bir bağımsızlık hareketi başlamıştır ve bu hareketler Boston katliamları ile son bulacaktır.

Ludwig Van Beethoven’in tüm hayatı acılarla geçecektir. Kaspar (1774-1815) ve Johann (1776-1848) isimlerinde iki kardeşi vardır. Büyükbabası Luis, Flaman asıllı idi. Kilisenin müzik yönetmeni ve keman ustasıydı, üç yaşındayken kaybetmişti dedesini ama müziğe olan ilgisi onun sayesinde başlamıştı. Onu derin bir duyguyla anımsayacak ve hissedecekti. Annesi Maria Magdelena bir hizmetçiydi. Daha önce bir uşakla evlenmiş ve dul kalmıştı. Babası Johann aynı kilisede iyi bir tenor değildi. Alkolik ve tamamen sorumsuz birisiydi. Küçük Ludwig’i daha dört yaşındayken bir odada klavsen başında veya kemanla hapsediyor ve saatlerce çalışmaya zorluyordu.

Düşünün ki dört yaşındasınız ve böyle bir olay geliyor başınıza. Sıradan bir insan buna kesinlikle dayanamazdı. Peki, bunu neden mi yapıyordu? Bunun nedeni çocuğunu, o dönemde ailesi ve saray tarafından şımartılmış, “Harika Çocuk” diye nitelenen Mozart gibi sanmasıdır. Elbette durumun maddi yönü daha ağır basmaktadır.

Aile, geçimini zor sağlamaktadır. İlerleyen senelerde en büyük kardeş olan Ludwig, para kazanmak zorunda kalacaktır. Babasının parayı alkole vermesi, çocuklarını düşünmemesi nedeniyle maaş, çocuk Beethoven’a verilecektir.

Beethoven’in çocukluğu aile sevgisinden yoksun bir şekilde geçmiş olmasına rağmen Ren vadisi ve nehrinin güzellikleri hayatında önemli bir yer tutacaktır. Ren nehri için “Babamız Ren Nehri” diyordu. Nehir, Beethoven’in kişiliğini yansıtıyordu. Bin bir renkli çiçekler, kavak ağaçları ve çayırlarla bezenmiş vadi, yedi dağ, köyler, kiliseler ve mezarlıklar. Geçmişten kalan köhne şatolar. Bunlar Beethoven’in ölünceye kadar hafızasından silinmemiş ve onları daima tekrar görmeyi arzulamıştır.

Doğduğu dönem başta olmak üzere (savaşlar, devrimler, sefalet) tüm hayatı boyunca acı çekecektir. Dahi 11 yaşındayken bir tiyatroda orkestraya girer ve 13 yaşında aynı orkestrada org çalmaya başlar. Bu yaştan itibaren ailesine maddi destek vermek zorunda kalır.

O dönemde oturduğu kasabada en meşhur müzisyen olan Christian Neefe ilk hocası olmuştur. İlk incelediği eserler Büyük Bach ile Emanuel Bach’a aittir. Neefe, onun için şöyle diyordu; “Ludwig gelecekteki Mozart’tır.” Geçim derdi yüzünden ünlü olması için birkaç yıl daha geçmesi gerekiyordu.

İlk basılan eseri “Dresler’in Bir Marşı üstüne Klavsen İçin Çeşitlemeler”dir. Henüz 12 yaşındadır.

Bonn’un seçkinlerinden Breuning ailesinin şirin, genç ve kibar kızı Elenore de Breuning üstada ömrü boyunca destek olacaktır. Beethoven kendisinden iki yaş küçük olan Elenore’a müzik dersleri verir ve şiir zevkini tattırır. Çocukluk arkadaşına âşık olma ihtimali olduğu söylenmektedir ama Elenore Doktor Wegeler ile evlenir. Bu çift ile dostluğu mektuplarından anlaşıldığı üzere pürüzsüz ve samimi olarak ömrü boyunca devam etmiştir. Geçim sıkıntılarını gidermek için para kazanan Ludwig’in başarıları 1787 yılında Köln Başpiskopos’u Maximilian Franz’ın dikkatini çeker. Bu yüzden müzik başkenti Viyana’ya gönderilir. Viyana’ya gitmeden önce Pergolosi ve Haydn’ı incelemiştir. Orada harika çocuk Mozart ile tanışmak istemektedir ve bu isteği gerçekleşir. Mozart’a kendi bestelerinden çalar. Mozart fazla beğenmemiştir ama kendisine verdiği eserler üzerine yaptığı doğaçlamalardan oldukça etkilenmiş ve yanındakilere şu sözleri söylemiştir: “Bu çocuk gelecekte dünyaya kendinden söz ettirecek. ”

Bu buluşma fazla uzun sürmez. Annesinin hastalık haberini alan Ludwig, Bonn’a geri döner ve birkaç ay sonra derinden bağlı olduğu annesini verem hastalığından yitirir. Bu kayıp onu çok etkiler. Kendisinin de hep bu hastalığa yakalanacağını düşünecektir. Evet acılarına, sırtındaki yüke ağır bir tane daha eklenir.. Artık iki kardeşin sorumluluğu kendi üzerindedir.

1789 yılında devrim rüzgârları Fransa’da şiddetleniyordu. Kiliseye ve soyluluğa karşı halk ayaklanıyordu. Bastille ele geçirilerek Feodal Rejim yıkılıyor, İnsan Hakları Beyannamesi onaylanıyor, acı çeken, zulmedilen, ağır vergiler altında ezilen, sefalet çeken halk, tepkisini şiddet, kan silah ile gösteriyordu. Fransa Amerika’ya teşekkür için bronzla giyinmiş, ışınlı bir taç takmış ve sağ elinde bir meşale olan Özgürlük Simgesi bayan heykelini hediye ediyordu.

Bu devrim Beethoven’i derinden etkilemiştir. O dönemde Bonn üniversitesi yeni düşüncelerin ocağıydı. 14 Mayıs 1789’da Beethoven bu üniversiteye öğrenci olarak girer. Schneider’in Alman Edebiyatı derslerini izler. Schneider demokratik devrimin ateşli bir taraftarıdır ve yazdığı şiirlerle Beethoven üzerinde derin izler bırakmaktadır. Sadece Schneider mi? Lessing, Goethe ve Schiller gibi büyük yazarlar da onu aynı şekilde etkilemiştir. Fikirleri bu yönde gelişip güçlenmektedir.

5 Aralık 1791 günü Viyana’ya çok yağmur yağıyor ve sadece bir köpeğin takip ettiği cenaze arabası, toplu mezarlığa ilerliyordu. Dahi, büyük üstat W. A. Mozart ebediyete kavuşmuştu. Son zamanlarında tamamen unutulmuştu.

Ludwig, Kasım 1792’de bir daha dönmemek üzere Viyana’ya gider. Aslında doğayla kucaklaştığı ve çocukluğunun geçtiği memleketine olan özlemini her an yüreğinde taşıyacaktır. Viyana müziğin başkentidir ve müzik, o dönemde her şeyin önünde gelmektedir. Burada destekleyicisi Kont Waldstein, Mozart’ın ruhunu ölümünden sonra kendisinin alabileceğini söylemektedir ama üstat tersine kendi ruhunu gururuyla ve büyük yaratma kapasitesiyle geliştirmeye devam etmektedir. Zaten Mozart ile arasındaki fark da budur. Mozart çalarken ve yaratırken ilham gücünü kullanıyor, oysa Beethoven çalarken ilhamı kullanıyor ama yaratırken duygularından çok iradesini güçlendiriyordu. Sanki Mozart’a bir kanaldan her şey akıyordu. Beethoven ise bunu çalışarak başarmaya çalışıyordu. Yaşam tarzı da zaten böyle idi. Ömrü boyunca önüne çıkan engelleri yenmek için sürekli çalışmak bunlar karşısında dimdik durmak. MÜZİĞİ ÇALIŞARAK KAZANACAKTI.

“Elde olan bütün iyiliği yapmak, özgürlüğü her şeyden üstün olarak sevmek ve bir kralın tacı pahasına olsa bile, gerçeğe kesinlikle ihanet etmemek. ”

Viyana’da Haydn’dan ders alıyordu. Müziğin kalıpsal yapısının sınırlarına taşmak arzusu güçlüydü ama bu kalıpları öğrenmek zorundaydı. Bu yüzden Haydn ile yaptığı derslerden zevk alamıyordu. Haydn kendisi için şöyle diyordu: “Müzik eğitiminden önce ruhsal bir tedaviye ihtiyacı var. ”

Çalıştığı diğer üstat ise müzik yönetmeni ve orkestra şefi İtalyan Saliere idi. Saliere ile derslerini uzatıyordu çünkü kendisi gibi kalıplardan uzaklaşmaya çalışan bir yapısı vardı.

Yıllar ilerleyince üstadın portresi de oturmaya başlıyordu. Kısa boylu, iri yapılı, kalın boyunlu ve atletik bir vücuda sahipti. Alnı geniş ve yumru şeklindeydi. Saçları son derece kabarık ve sıktı. Gözlerinin rengi gri-mavi idi. Bu küçük gözler hayret verici durumlarda ansızın açılıyor ve söyleyeceklerini karşısındakine anlatıyordu. Burnu kısa ve genişti. Bir aslan burnunu andırıyordu. Çehresinin görünüşü gücünün bir yansımasıydı adeta. Evet, kısaca portresini çizdikten sonra tekrar yaşamına dönelim.

Mozart’ın ölümü ile dikkatleri üzerine topladı. Halka açık konserini 1795 yılında verdi. Programda Mozart’ın bir eseri ve kendisinin 2. Piyano Konçertosu yer alıyordu. Bu konseri ile kendisinin sadece bir yorumcu değil, aynı zamanda düşünen, duyan ve yaratan bir besteci olduğunu da kanıtlamıştır. Gücünün farkındadır artık. Değerinin ne olduğunu bilmektedir ve not defterine şu sözleri yazar: “Cesaret. Vücudumun tüm sarsıntılarına rağmen deham muzaffer olacak… 25 yaşıma girdim; bu seneden tezi yok, içimde gizlenen insanın tamamı ile kendini açığa vurması lazım…”

Bu sözleri ile anlıyoruz ki son derece ileri görüşlü ve cesaret erdemini ortaya çıkartmış bir insandır. Dünya’ya gelme nedenini bilmekte, bunun için yaşamaktadır.

26 yaşında hayatı boyunca çekeceği acıların en büyüğü yavaş yavaş başlamıştır; SAĞIRLIK. Kulakları gece gündüz uğuldamaktadır.. Bu durumunu birkaç yıl boyunca kimseye açıklamaz. Bu arada bir konser turnesine çıkar. Avrupa’nın Nünberg, Prag ve Dresden gibi önemli müzik merkezlerinde ve Berlin’de İmparator Fredrich Wilhelm II’nin huzurunda çalar. Daha sonra siyasal durumdan dolayı Viyana’da kalır. 1801 yılında hastalığı şiddetlenmiş ve saklayamayacak duruma gelmiştir. En yakın iki dostuna itirafta bulunur; Doktor Wegeler ve rahip Amenda. Wegeler’e yazdığı mektup onun durumunu en iyi şekilde anlatıyordu: “Zavallı bir hayat geçiriyorum.”

İki seneden beri bütün topluluklardan kaçıyorum çünkü insanlarla konuşabilmem olanaksızlaştı, sağır oldum. Başka bir meslek sahibi olsam neyse, benim mesleğimde böyle bir hâl pek korkunç şey. Sayısı pek de az olmayan düşmanlarım ne diyecekler? Tiyatroda aktörü anlayabilmek için orkestranın yanı başında bulunmam gerekiyor. Biraz uzakta olursam müzik aletlerinden çıkan sesleri duyamıyorum… Alçak sesle konuşulursa zahmetle işitiyorum. Diğer taraftan, birisinin kulağıma bağırması benim için tahammül edilmez bir şey oluyor… Çok defa varlığıma lanet ettim. Plutark beni tevekküle götürdü. Eğer imkânı varsa kaderime karşı koymak istiyorum fakat hayatımın öyle anları oluyor ki Allah’ın en zavallı kulu benim. Tevekkül, ne hazin sığınak! Ama bana kalan tek teselli de bu. ’’ Evet, felsefe ile ilgilenip, araştırmalar yaptığını biliyoruz. 1814’de Panteizm (Vahdet-i Vücut) ve Hint felsefesi ile ilgilenmiş, Homeros ve bazı doğu şairlerini incelemiştir.

Doğu felsefelerinde acı, öğrenmek ve tecrübe kazanmak için gereklidir. İnsan yaptığı hatalar sonucu acı çeker. Beethoven’a yardımcı olduğu gibi bilgi her zaman insanın yanında olmaya devam edecektir. İşte sadece teorik anlamda kalmayan felsefe (Philo-Sophia: Bilgeliğe duyulan aşk) rolünü oynamıştır.

Beethoven hedefini görmektedir ve ona ulaşmak için engel tanımamaktadır. Bu engeller için şu sözleri etkileyicidir: “Ben de Voltaire gibi düşünüyorum. Birkaç sinek yarası, cesur ve kuvvetli bir atı yolundan alıkoyamaz.” Tamamıyla sağır olma endişesinin bazı eserlerine yansımaları olmuştur; Acıklı Sonat, Op. 13 (1799), piyano için yazılmış üçüncü sonat, Op. 10. (1798)’in largosunda. Bunun yanı sıra Bonn’daki anılarına sığınan üstadın 1. senfonisinde bu acıların izine bile rastlanmaz. Neşeli ve huzur vericidir.

Hiç evlenmemiş ama âşık olmuştur. Aşklarından bir tanesi öğrenci Giulietta’dır. Şımarık, kaprisli ve egoist birisidir. Aksine Beethoven temiz ve saf duygular beslemiştir kendisine. Dostu Wegeler’e yazdığı mektupta kendini yeniden doğmuş gibi mutlu hissettiğini söyler ama acılarına Guiletta’nın 1803 Kasımında Kont Gallenberg ile evlenmesi eklenir. Yaşamında yenilmek üzere olduğu tek an budur. Hayatına son vermek üzeredir. İyileşme umutları yok olmuştur. Bu aşk, bu acı, bu bezginlik ve bütün bunları yenme çabaları, eserlerinde kendini gösterir. Cenaze Marşı Sonatı, Guiletta için bestelediği Ay Işığı Sonatı, Do Minör Sonatı vb. üstat ilk senfonisini 1800 yılında tamamlamıştır. Yeni yüzyılda zenginler arasındadır ve artık çalışmalarının meyvelerini toplamaya, para kazanmaya başlamıştır. Meşhur ve hayranlık duyulan biri olmuştur. Gösterişten uzak, kendinden emin, gururlu karakteri ile Viyanalıların sempatisini kazanmıştır. Onlar gibi değil kendisi gibi davranmaktadır. Özgür bir ruha sahiptir. Prensler geçerken eğilmeyip, şöyle demektedir; “Prenslerin sürüsüne bereket ama Beethoven bir tane.” Bütün romantizm sanatçıları gibi kurallar ve. Ön yargılardan kurtulmuştur. Her hâlde istemeden yeni dönemin sanatçı simgesi olacaktır. Toplumun adetlerine katılmadığı ve herhangi bir kural kabul etmediği için garip olarak nitelendirilmektedir. Bu özelliği daha önce de bahsettiğimiz gibi eserlerinde daha belirgindir.

Fransız bir devrimci gibi değildir. Dar kalıplardan kaçar ve kendi gücüyle amaçlarına ulaşıncaya kadar çabalar. Çalarken onun için ilhamdan başka bir kural yoktur ama yaratırken aniden basit şeylerle değil, tersine konu bütünlüğünü geliştirerek çalışmaktadır.

1802 yılının yazında üstat, Viyana’ya yakın ve sakin bir kasaba olan Heiligenstad’a taşınır. Kendi evinden kilise çanlarını duyamamaktadır. Bu ortam ruhsal durumunda derin bir değişiklik yaratmıştır. Buradayken ölümün yakın olduğunu düşünür ve sadece iki kardeşine değil tüm insanlığa ait vasiyetnamesini yazar. Aslında bu, bir vasiyetnameden çok ruhsal bir itirafnamedir.

KARDEŞLERİM KRAL VE JOHANN BEETHOVEN İÇİN

Ey, uzaktan bakıp beni kinci, deli bir kimse yerine koyan siz insanlar, bana karşı ne kadar haksızsınız! Size böyle görünen şeyin gizli sebebini bilmiyorsunuz! Çocukluğumdan beri kalbimin ve ruhumun tatlı iyilik duygusuna meyli vardı. Ben daima ulvi şeylere hevesliydim fakat altı seneden beri, akıl ve muhakemesi olmayan doktorlar tarafından vehimlendirilen, seneden seneye bir iyileşme ümidiyle aldanan, nihayet devamlı bir hastalığı kabul etmek zorunda kalan bu insanın feci hâlini düşününüz. Hastalığın tedavisi için belki de senelere ihtiyacı olduğunu da buna katınız. Ateşli ve faal mizaçlı olduğum hatta cemiyet eğlentilerine düşkün bulunduğum hâlde, erken vakitte kendimi insanlardan ayırmaya ve hayatımı inziva içinde geçirmeye mecbur kalmıştım. Bütün bu zorlukları yendiğim bazı anlarda ise aliliğimin tazelenen acı tecrübesine ne hazin bir şekilde başımı çarpıyordum. Bununla birlikte insanlara şöyle bağırmak da benim için imkânsızdı: “Daha yüksek sesle konuşunuz; zira ben sağırım.” Bende bütün insanlarınkinden daha mükemmel olması icap eden bir duyunun zayıflığını açıklamak nasıl mümkün olurdu? Öyle bir duyu ki vaktiyle tam bir mükemmeliyetle, meslektaşlarımın pek azına nasip olan bir mükemmelliğe sahipti. Onun için aranıza karışmak istediğim hâlde beni bir kenara çekilmiş görürseniz affediniz. Hiç kimse tarafından tanınmamak acısını tattırdığı için felaketim bana iki kat üzüntü veriyor. Cemiyet hayatındaki zarif konuşmalarda, karşılıklı sır tevdilerinde bir teselli, bir dinlenme konusu bulmak bana yasak olmuştur. Yalnız, yapayalnızım. Hâkim ve kuvvetli bir ihtiyaç olduğu hâlde herkesin arasına karışmaya cesaret edemiyorum. Bir sürgün gibi yaşamam gerekiyor. /Ye zaman bir topluluğa yaklaşsam, hâlimin göze çarpması korkusu ile beni bitiren bir heyecana kapılıyorum.

Altı ay süreyle bir sayfiyede bulunuşum bundan kaynaklandı. Tuttuğum doktor mümkün olduğu kadar işitme duyumu kullanmamı tavsiye etti, özel niyetlerimin karşısına dikildi. Böyle olduğu hâlde, cemiyete karşı duyduğum meyle uyarak, birçok kez toplantılara katılmaktan kendimi alamadım. Yanımda birisinin bulunduğunu, hiçbir şey duymadığım hâlde onun uzaktan gelen bir flüt sesini dinlediğini veya o daima bir şey duymaya devam ederken, bir çoban kavalının teranesini görmek ne küçüklük! Bu gibi acı tecrübeler beni ümitsizliğin pek yakınlarına kadar götürdü. Hatta hayatıma son vermeme ramak kaldı. Sanat, yalnız sanattır ki beni bundan alıkoydu. Benliğimi doldurduğunu hissettiğim bütün şeyleri gerçekleştirmeden bu dünyayı terk etmek bana imkânsız görünüyordu. Bundan ötürüdür ki bu sefil hayatı (bu, hakikaten sefil hayatı) uzattım. O kadar asabi mizaçlı birisi oldum ki en küçük bir değişiklik beni en iyi hâlden en fena hâle geçiriyor. Sabret deniyor. Şimdi kendime rehber olarak o sabrı seçmem lazım. Amansız ölüm meleklerinin canımı almak isteyecekleri ana kadar kararımın devam edeceği ümidindeyim. Belki de hayatım daha da iyi gidecek, belki hayır; ben bütün ihtimalleri karşılamaya hazırım. Daha yirmi sekiz yaşında iken bir filozof ağırbaşlılığı ile düşünmek zorunda kalmak kolay değil. Bilhassa bir sanatkâr için bu her- şeyden daha acı.

İlahi kuvvet, yukarıdan inerek kalbimin derinliğine nüfuz ediyorsun. Biliyorsun ki orada insan sevgisi ve hayır işleme arzusu yer etmiştir! Ey insanlar, bir gün bu satırları okursanız, vaktiyle bana karşı haksızlık ettiğinizi düşününüz. Bedbaht bir insan olursa, tabiatın bütün engellerine rağmen sanatçılar ve elit tabaka arasına geçmek için elinden gelen her şeyi yapmış kendi gibi bedbaht birini görerek teselli bulsun.

Sizler, Kardeşlerim Cari ve Johann, ben ölür ölmez şayet Profesör Schmidt hayatta ise hastalığımı açıklamasını kendisinden benim namıma rica ediniz ve ölümümden sonra insanların mümkün olduğu kadar benimle barışmasını temin maksadıyla, hastalığımın tarihçesine şu yazdığım mektubu iliştiriniz. Aynı zamanda her ikinizi küçük servetimin varisi ilan ediyorum. Eğer buna bir servet ismi verilebiliyorsa! Onu dürüst bir şekilde paylaşınız, bir- birinizle anlaşınız ve birbirinize yardım ediniz. Bana yaptığınız fenalıkları, biliyorsunuz uzun zamandan beri affetmiş bulunuyorum. Kardeşim Cari, bu son zamanlarda bana karşı gösterdiğin bağlılıktan dolayı, bilhassa teşekkür ederim. Bütün temennim, benimkinden daha mesut, daha az endişeyle dolu bir hayat geçirmenizde. Çocuklarınıza erdem aşılayınız. Ancak o insanı mesut edebilir para değil. Bunu geçirdiğim tecrübeye dayanarak söylüyorum. Aciz olduğum anlarda ve sefalet anlarında beni erdem desteklemişti. Bir intiharla hayatıma son vermemiş olmayı sanatıma olduğu kadar ona da borçluyum. Allahaısmarladık, birbirinizi seviniz! Bütün dostlarıma bilhassa Prens Lichnaıvski’ye ve Profesör Schmidt’e şükranlarımı sunuyorum. Arzu ediyorum ki Prens L.’nin aletleri, ikinizden birinin evinde muhafaza edilsin fakat bu konuda aranızda hiçbir münakaşa çıkmasın. Eğer daha hayırlı bir iş için size faydaları dokunacaksa, onları hemen satınız. Mezarımda yatarken bile size bir hizmetim dokunabilirse ne kadar bahtiyar olacağım!

Eğer her şey böyle olup biterse sevinçle ölümün karşısına koşarım. Eğer ölüm bütün sanatsal yeteneklerimi geliştirmeye fırsat bulmazdan evvel gelirse, haşin ve acı kaderime rağmen, benim için erken gelmiş demektir. O zaman onun gecikmesini temenni ederdim fakat hâl böyle olsa bile memnun öleceğim. Zira o ölüm, beni sonsuz bir ıstıraptan kurtarmış sayılmaz mı? Ne zaman istersen o zaman gel. Cesaretle karşına çıkacağım. Allahaısmarladık. Ölümümden sonra beni tamamıyla unutmayın; ben sizin tarafınızdan düşünülmeye layığım. Zira ben sizi mesut etmek için çok defa sizi düşünmüşümdür. Mesut olunuz. ”

Ludwig Van Beethoven

Çocukken baskıcı bir baba tarafından etkilenen müziği, daha sonra ateşli, kontrastlarla dolu ve canlı bir doğanın özel bir ifadesi olarak yansımıştır.

Vasiyetnamesinden sonra 3. senfonisinin çalışmalarına başlar; EROİCA ya da KAHRAMANLIK SENFONİSİ. Kendisinden bir yaş büyük olan ve hayranlık duyduğu Napolyon’a ithaf eder bu eserini ama 2 Aralık 1804’de Paris Nötrdam’da eşi Josephin ve kendisinin taç giyme törenini duyunca son derece hiddetlenir. Bunun üzerine senfonisinin başına şu ifadeyi koyar: “Bir büyük adamın hatırasını taziz etmek için.” Kendisine bu konuda sorulan sorulara yanıt olarak; “EROİCA” diyordu.

Buna rağmen Beethoven için engeller bir dürtüdür. “Sadece bir engeli yendiğim zaman mutluyum ve sadece kendimde destek bir nokta buluyorum; kaderim, benim boynumu eğmeyecek. ”

Peki, bu acılara karşı ne ile savaştı? Kendisinin de söylediği gibi sanatının yanında en az onun kadar etkili erdemleriyle; sabır, cesaret, dürüstlük, cömertlik vb. Evet cömertti çünkü çocukluğundan beri ailesine bakıyordu. Dostu Wegeler’e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Eğer dostlarımdan birinin paraya ihtiyacı olduğunu görürsem ve buna param yetmiyorsa, masanın başına oturmam yetiyor.” Biraz ileride şöyle diyor: “Sanatım fakirlere karşı hayır işlemeye daima hazır olmalıdır. ”

Eğer kahramanlık bir insanın hayatında karşısına çıkan engelleri aşması demek ise Beethoven kahramandır. Bu mücadelelerini eserlerine yansıtıyor.

Macaristan’da Mertonvasar Kalesi’nde destekleyicisi Brünswick ailesi ile geçirdiği neşeli ve huzur dolu günlerin tesiri ile 4. Senfonisini bestelemiştir. 1806 Mayısında Brünswick Kontesi Theresa ile nişanlanır. Bir kez daha âşık olmuştur. Kendisine Opus 78 Sonatını ithaf eder. Ölmez sevgiliye… 1810 yılına kadar bu aşk devam eder ve hangi sebepten dolayı bilinmez ayrılırlar ama her ikisi de ölünceye dek bu sevgilerini taptaze olarak yüreklerinde saklayacaklardır.

1804’te “Prometheus’un Yarattıkları” isimli bale için yazdığı eserini dostu ve koruyucusu olan Prens Lichnowski’ye adamıştır. Dostunun daveti üzerine Silezya’ya gider. Orada Kont Franz von Oppersdorf ile tanışır. Kont kendisinden onun için bir senfoni yazmasını ister. Senfoni “Do Minör” tonalitede olacaktır. Kabul eder ve 500 florin avans alır fakat Viyana’ya döndüğünde fikrini değiştirir ve kendisine tamamlanmış 4. Senfoni’yi gönderir, kont, artık bir daha sipariş yapacak yüzü bulamaz.

İlk yorumu 1808 yılında Viyana’da yapılan 5. Senfonisinin ilk bölümündeki şu tanımlaması dikkate değer: “Kader kapıyı böyle çalar.” Bu cümlesi ile üstat çektiği acıların en büyüğü olan sağırlığına isyan etmektedir. Birinci bölüm “kader teması”nı ön plana çıkartır ama daha sonra sanki insanın kaderini bir ölçüye kadar kendisinin çizebileceğini gösterircesine geri plana atılır. Sonunda ise bir zafer marşı karakteri görülür ve artık insan galip gelmiştir. Romantizmin en büyük onayı ve insan onuru hakkında yüksek bir eserdir.

6.Senfonisi (PASTORALE) hakkında ise şöyle demiştir: “Kır yaşamı konusunda fikir sahibi olanlar başlıklara bakmadan yazarın ne istediğini sezebilirler ve yapıtın gerçek anlamda resimden çok bu yaşamın izlenimlerini taşıdığını da anlarlar. Kır ve doğanın insanlara verdiği erişilmez zevkin, huzurun ve kırda uyanan duyguların anlatımıdır.” üstat doğa ile bütünleşmiştir. Onun bir parçası olduğunun farkında ve ona içten bir sevgi ile bağlıdır. Doğa’da insan ve tanrı birleşir ve senfoni Tanrı’yı öven bir şarkıya dönüşür.

7.Senfonisi’nde ise ritim düşüncesi ve örgüsünü ilgi çekici bir biçimde yüzeye çıkartması yarattığı devrimlerden bir tanesidir. Richard Wagner bu yapıtı için şöyle demiştir: “Tanrısal bir dans şiiri.”

Üstadın “benim küçük senfonim” dediği 8. Senfonisi, l.si gibi kısadır. Aynı zamanda en kısa zamanda yazılanıdır. Kimseye adanmamış ve icrası en zor olanıdır. Bu yapıtında Beethoven sanki gençlik yıllarına dönmüş ve o çağı yansıtmıştır. Neşeli, canlı ve iyimser bir temayla süslenmiştir. Besteci “Müzik için müzik yapma eğilimi” göstermiştir bu yapıtında.

1824 yılında ilk yorumu yine Viyana’da yapılan ve veriminin doruğuna ulaştığı 9. Senfoni’ye şöyle bir göz atalım:

Birinci bölüm sisli ve esrarlı bir girişle başlar. “Karanlık Kaos”un habercisi gibi yansıyan sesler güçlü bir “crescendo”(*) ile ana temaya ulaşır. Başa dönüş karanlığı yeniden getirirse de yan temalar aydınlığa ulaşmada direnirler. Acıyı, ölümü özlemişçesine gölgeler yavaş yavaş kaybolur ve yaşama isteğinin güçlü sesi ile birinci bölüm biter. İkinci bölümde sürekli bir neşe ve hareket vardır. Huzur dolu, sakin bir ana temayla üçüncü bölüme girer. Yine onun kadar duygulu ve zarif bir İkincisi bölüme katılır. Son bölümde insan sesini katması onun bir kez daha dahi ve devrimci olduğunu kanıtlamıştır. Hiç düşünmeden yıllar önce müziklendirmeyi düşündüğü Schiller’in ölümsüz mısralarına sarılmıştır. “Neşe’ye övgü.”

Viyana’ya yakın Medling’te sakin ve ayrı bir evde insanüstü neşe yoluyla kurtulma yolunu bulur. Orada sadece kendi acısını değil, dünyanın acılarını neşeye dönüştürür. 9. Senfoni, insanları titreten, dünyayı temellerinden sarsan ve arındıran büyük bir kardeş ve birleşmiş insanlığın zaferini ifade etmek için insan sesleri ile süslenmiş olan yüce bir senfonidir.

Bu senfonisinden şu mesajı çıkartmak mümkündür. İnsanın içinde var olan engellere ve çelişkilere karşı savaşında karanlık anlar, iradesine bağlı olarak geçer ve yerini ilahi neşeye, huzura bırakır. İnsan genellikle acı çekerek tecrübe kazanmaktadır ama bu acılar karşısında üstadın kaldığı gibi dimdik ayakta ve güçlü olarak kalmamız şarttır. Üstadın Goethe’nin Egmond Droması için uvertür (**) bestelemesi buluşmaları için neden oluşturur. Bohemya’da Teblitz’de iki dev bir arada olurlar. Goethe bu görüşmeden sonra şu şekilde tanıtıyor Beethoven’i: “Zekâsı beni şaşırttı; düşmanca ne hırçın bir kişiliği nar. Herhalde zamanla kederli karakterinin fiziksel problemleri nedeniyle daha çok şüpheci olacaktır.” Goethe’nin bahsettiği problemler dehanın sosyal hayatı ile ilgilidir.

Hayatının bu son senelerinde yeni acılar ortaya çıkar. Erkek kardeşi Kaspar ölür ve eşi Johanna ile oğlu Kari ona emanet edilir. Senelerce Karl’ı nüfusuna geçirmek için çabalar. Diğer taraftan Karl’ın umarsız davranışları Beethoven’a acı kaynağı olacaktır. Gittikçe zorlaşan hayatında artık sağırlık son sınırına varmıştır. Bu nedenle doğal olarak çekingen, çok alıngan ve kuşkulu olmuştur. İletişimini yazılı olarak görüşme defteriyle gerçekleştirmektedir ve ölünceye kadar 400 kadar defter biriktirmiştir. Yanında her zaman kalem ve defter bulundurur ve yazıyı okumadan bakışlarıyla inceler ve ne anlatılmak istendiğini görür.

Beethoven’in çevresindeki dünya batarken kendisi daha yükseklere çıkıyor ve şöyle diyor: “Tanrısal olandan en parlak ışınları almak ve insanlık üzerine dağıtmaktan daha güzel bir şey yoktur. ”

Eski müridi ve arkadaşı Arşidük Rodolfo’nun ısmarlaması ile seneler önce başladığı kompozisyonunu titiz bir çalışmadan sonra tamamlar. “Yüce Ayin”. Bu eser üstat için nota kâğıtları üzerine yazdığı notlardan da anlaşıldığı üzere en önemlilerinden birisidir. Şöyle demektedir: “Bu büyük ayini bestelerken hem dinleyicilerde hem de çalanlarda dinsel duyguları güçlendirmek en büyük dileğimdir. KALBİMDEN KALPLERE GELSİN. ”

1824 yılının mayısında Koral Senfoniyi yönetirken kendini çılgınca alkışlayan halkın bu davranışından haberi yoktur ve ses sanatçılarından birinin elinden tutarak seyircilere yöneltmesi bu olayın farkına varmasını sağlar. Herkes ayakta şapkasını sallayıp coşkulu bir şekilde onu alkışlamaktadır.

Öte yandan genç Kari yüzünden acılı bir şekilde ölüme gidiyordu. Yeğeni Karl’ın intihar girişimi yalnızlığını kırbaçlıyordu. “Devamlı yalnızlığım her seferinde beni daha çok zayıflatıyor. Tırpanlı adam gelmekte gecikmeyecek.” 1826 yılının kasım ayında ağır bir hastalığa yakalanır. 17 Şubat 1827’de dördüncü ameliyatı beklerken şaşılacak bir güçle şunları yazmıştır. “Sabrediyor ve düşünüyorum. Her çeşit kötülük beraberinde birtakım iyilikleri de getirir.” 26 Mart 1827’de fırtınalı bir günde Viyana’da hayata gözlerini kapar. Viyana yerinden oynar. Son yolculuğunda ona otuz bin kişi eşlik etmiştir, üstada saygı göstermek için en ünlü müzisyenler ve kompozitörler de hazır bulunmuşlardır.

Beethoven, kaderini yenmesi istenen ve yenen bir insan olmuştur. Mücadelesinden sonra sonsuz huzuru kazanır ve yıldızlar arasında yerini alır. Onun cenaze duası Grillparzer’ın yazdığı parlak şiiri olur: “Bir dahi idi ama kavramın en yüksek anlamıyla insandı. Dünyadan ayrıldığı için ona insanlardan kaçıyor dediler. İnsanlardan ayrıldığı için duyumsuz dediler ama o, hiçbir şeyin karşılığını almadan insanlara her şeyini verdikten sonra dünya ve insanlardan ayrılmıştır. Yalnız olarak yaşamasının nedeni başka benzer insanlar bulamamasıdır ama ölüm saatine kadar insanlar için kalbinin çarptığını hissediyordu ve kendisini dünyaya adadı… Böyle öldü ve böylece tüm zamanlarda yaşamaya devam edecektir. ”

Ludwig van Beethoven doğal bir filozoftu. Meraklı olması, hayatında ve yapıtlarında diyalogların büyük bir yer tutması, kendini tanımak istemesi ve içinde uyuyan insanın uyanmasına 25 yaşındayken karar vermesi ve acılar karşısında erdemleri ile güçlü ve dimdik kalması bunun ispatıdır.

Günümüzde ise filozof olmak; yaşlı, gözlüklü olmak ve kitaplar arasında kaybolmak anlamına gelir. Haydi gelin! Bu yanlış anlayıştan kurtulalım. BİLGİ VE ERDEMLERİMİZ İLE İÇİMİZDE KÜLLENMİŞ OLAN BİLGELİK ATEŞİNİ YAKALIM.

Cem YAĞIBASAN
Araştırmacı

(*) Crescendo: (İtalyanca): Sesin giderek yükselmesi.

(**) Uvertür: Müzikli sahne yapıtlarının, süit ya da senfonilerin başındaki giriş müziği.

1 thought on “BEETHOVEN

  1. Çok güzel bir anlatım ile Beethoven’ın hayatı konusunda bilgilendirdiniz bizleri,
    teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir