CANLILIK
Koronadan dolayı yaşantılarımızı küçülttüğümüz şu günlerde, ufak menüler, tasarruflu bütçeler, kısıtlı hareketler ile var olmaya çalışıyoruz. Hayatta tedbir almanın her zaman pozitif bir yanı olduğu gibi, bu küçük hayatlarımız içinde bilinç ve fikirlerimizin, duygu ve eylemlerimizin de yaşamsallığını küçültme riski ile karşı karşıyayız. Belli bir alanın sunduğu imkânın sınırları belli bir süre sonra duygularımızı uyuşukluğa, zihnimizi yavaşlığa, ruhsal kapasitelerimizi ise bir rafa kaldırmaya dönüşebilir. Bir kısır döngü ritmine düşebilir, bu ritmin canlı tarafımızı gün be gün kemirdiğini hissedebiliriz.
Peki, aslında yiten canlılığımızın kaynağı sandığımız gibi dış dünyada, yaşantımızın verimli koşullarında, salgın hastalıklardan sakınmak zorunda kalmadığımız sosyal yaşantılarımızda mıdır? Yoksa onu besleyen başka kaynaklar da var mıdır? İsterseniz bu kısa çalışmada bunu biraz araştıralım.
Canlı olmak, canlılığı aramak fiziksel durumların ötesinde bir psikolojik duruştur. Canlılığımız, eğer izin verirsek engin fikir ve duygu dünyamızın zenginliğinden beslenir. Derin ve yüksek duygularımızdan, açık ve geniş fikirlerimizden, nefes alan iç hayatımızın camları açık odalarından beslenir. Hayal gücümüz ve yaratıcılığımızdan ilmek alır, biz varoluşumuzun iç sınırlamalarını yıktıkça, bir ön yargıyı erittikçe, bir kısır fikri kırdıkça ya da bir umutsuzluğu yendikçe yeni bir ilmek daha dokur. Biz onu, hayatın zorluklarıyla, iniş ve çıkışlarıyla birlikte hareket ederken, bir zihinsel ve duygusal duruş kapasitesi ortaya koyarak besleriz.
Sandığımızın aksine, canlı olmanın, olanak kısıtlılıklarıyla kesilmesi gerekmez. Hatta canlı olmak dış şeylere tamamıyla zincirlenmiş bir durum bile değildir. Ya da alışkanlıklarımız değiştiğinde, yaşantımız küçüldüğünde, eskisi kadar fiziksel hareket imkânı bulamadığımızda, spor yapamadığımızda, işe gidemediğimizde ya da dışarı arkadaşlarımızla çıkamadığımızda canlılığımızı yitirmemiz ve eski neşemizi kaybedip umutsuz duygular tarafından koltuğa çekilmemiz de gerekmez. Tüm bunlar, bizim tek seçeneğimizmiş gibi görünse de, aslında iç tutumlarımızın hiçbir zaman bağlı olduğu tek bir seçeneği yoktur. Canlılığın kendi kökenlerine geri dönüp, bu iç durumu ait olduğu köklerden beslersek bu zor zamanlarda hâlâ başka bir seçeneğimiz de olduğunu keşfetmemiz mümkün.
Peki, bu içsel zenginliği, iç canlılığımızın kökenleri nerededir ve onu bu zor zamanlarda nasıl besleyeceğiz?
- Öncelikle hayatımızda küçülen ne varsa, bununla savaşmak ve bu değişen dalgaya direnmek yerine, onunla birlikte hareket etmek oldukça canlandırıcı bir formül sunar. Bu, dalgalı bir denizin ortasında yüzmeye çalışıp dalgalarla boğuşmak yerine; onlardan faydalanıp, dalgaları bir sörf yapma imkânına çevirmeye çalışmak gibidir. Biz hangisi olmak istiyoruz? O suya girip dalgalarla boğuşarak suyun üstünde kalmak için çırpınan kişi mi; yoksa elimize bir sörf tahtası alıp bunu bir maceraya dönüştüren mi? Canlılık için formül kesinlikle ikincisidir. Hayatta en başarılı kişiler, en zor zamanları fırsata çevirme yeteneği sergilemiş kişilerdir. Canlılığın gizli kökü “macera” kelimesinde yatar. Bir probleme “sıkıntı”, “zorluk” ya da “dert” gibi kelimelerle baktığımızı düşünelim. Bir de bunun yerine “macera” kelimesi koyduğumuzu? Sizce de daha etkili değil mi? Biz bu “zor” zamanlardan nasıl bir fırsat yaratabiliriz? Tabi ki bu herkesin kendi hayal gücüne bağlı. Ancak şöyle bakabiliriz: Bir tür tasarrufa mı gitmemiz gerekiyor? Belki de uzun zamandır ertelediğimiz lagom tarzı hayat, ya da minimalist felsefeye uygun bir yaşam tarzını denemek için iyi bir fırsat olabilir? İkisi de bugün çok kullanılan iki kavram olup, azla yetinmek tutumuna referans yapmaktadır. Acaba kaç eşyaya ihtiyacım var? Elimdekileri farklı şekilde değerlendirme konusunda nasıl bir yaratıcılık geliştirebilirim? Ne kadar sade yersem doymuş hissedebilirim? Önümüzde dalga gibi büyüyen bir sorunu, pozitif bir felsefe ile benimseyip, bunu bir iç zenginliğe dönüştürmek mümkün.
- Bir diğer formül bizi korkutan unsurları bir iç kahramanın, toplumsal ödevi olarak ele almakta yatar. Korkunun bizi tutsak etmesindense onun üstünde yükselmemiz için bu tutum, bir fırsat olacaktır. Geçen gün bir pandemi hastanesinde yoğun bakımda çalışan bir sağlık ekibinin her sabah halay çekerek iş başı yaptıklarını gösteren bir video izledim. Kendi hayatımızı bir kahramanın hayatına dönüştürmek için en zor anlar, ne büyük bir fırsattır. Çünkü onların filmlerini izliyoruz, kitaplarda başkahramanları okuyoruz. Ve hiçbirini kendi en yüksek fedakârlık düzeyine ulaştıran şeyin, kolay koşullar ya da tehlikeden uzak hayatlar olmadığını görüyoruz. Eğer sağlık elemanıysak aldığımız riskin hayatlar kurtardığını bilmek, korkularımızın üstüne yükselmemiz için bir anahtar sunar. Diğer her türlü korkunun canlılığımızı kitlediğini hissettiğimiz an, evden de toplum için yapabileceğimiz, pek çok kahramanlıklar olduğunu keşfedebiliriz. Doğal deterjanlara yönelmek, az su tüketmek, olabildiğince okumak ve kültürlenmek, bu dönemi atlattığımızda hayatın içine döneceğimiz o günlere dair ufak hazırlıklar yapmak, işimize uzaktan destek sunma imkânları aramak, kendimize yeterliliği denemek, etrafımızdaki kişilere duygusal destek sağlamak… Elimizdeki en iyiyi topluma “uzaktan” da olsa sunmanın imkânını aramak ve yaratıcı yöntemler denemek, bu dönemi katlanılması gereken bir zaman dilimi olarak değil, potansiyel bir yaratıcılık imkânı olarak kullanmamıza fırsat olacaktır.
- Bir diğer iç kaynağımız yaşamda bulduğumuz anlamın derinliğiyle temas etmemizde yatıyor. Kendimize şu soruları soralım: benim için yaşamımın anlamı nedir? Bu yaşam ne gibi bir amaca hizmet ediyor? Bu amaç, yarın hayat sahnesinden çekildiğimde gerçekleşmesini istediğim esas şey olmalı. Bu sorunun cevabı elbette kolay değildir. Ama hepimiz içten içe bize en anlamlı gelen şeyin ne olduğunu biliriz. Her zaman şu veya bu şekilde, bu anlam, iç değerlerimizle ilişkilidir. Belki bir kâğıda bu değerlerin bir listesini oluşturup içinden bize en anlamlı görüneni aramayı deneyebiliriz. Nedir bu anlam? Sevdiğimiz insanlarla kurduğumuz bağ mı? O hâlde bu bağı besleyecek şeylere yönelerek canlılığımı keşfedebilirim. Müzik yapmak mı? Korona günlerini ufak bir müzikle şenlendirmenin ve belki bunu uzaktan paylaşmanın herkese moral verebileceğini hiç düşündük mü? Veren el olmak mı bizim için anlamlı? O hâlde buna yönelelim ve kolları sıvayalım ve o derin anlamla iç olarak temas edebileceğimiz o noktayı zengin ve açık tutalım. Bu hayatımızın anlamlı hareketi, her zaman ve hatta çoğunlukla en kolay şey olmayabilir. Ancak işte hepimizin bir parça içe döndüğü şu zor zamanlarda o zorlanmayı kabul etmenin meyvesi, canlanmak ve varoluşumuzu hissetmektir.
Hâlâ canlandırıcı gücü keşfedemedik mi? İşte son formül ama belki de en dolaysız olanı, bu korona günlerinde hayatın basit detaylarına dönmektedir. Bir çiçekle ilgilenmek… Telefonu kenara bırakıp, çocuğumuzun sesini dinlemek… Tüm dijital dünyayı kısa bir süre kapatıp ailemizle anlamlı sohbet etmek… Yalnız başımızaysak gecenin sessizliğini ve o sessizlikte nefesimizi dinlemek… Bir zeytinin tadına farkındalıkla bakmak… Tüm bu basit detaylar, içimizdeki o canlı tarafı titretecektir. Ve belki de uzun zamandır, kendi içimiz ve bilincimiz arasında tozlanmış olan bir köprünün tozunu silecektir. Ve o köprü bir kere kuruldu mu, canlılık işte o iç merkezden gizlice açığa çıkar. Tıpkı bir filizin toprağı yarıp baharla başını göstermesi gibi…
Bir filozofun söylediği gibi “Canlı olmak, hayatın derinliğini keşfetmektir.” Herkese sağlıklı günler ve canlılıkla dopdolu bir yaşam dilerim.
ELİF ÖZTÜRK
Yaşamın Renkleri Videosunu İzlemek İçin: