Erdemler Üzerine – Affetmek
Doğa, ilerleyişin doğal bir yolunu keşfetmiş gibidir. Su, kendini akarak temizler. Mevsimler, yeniden yaza gebe kalmak için kışın her türlü soygununa göğüs germek ve kışa hiçbir meyve ya da yaprak dahi taşımamak gerektiğini bilirler. Hayvanlar av mevsimi bittiğinde öfkenin gücüne ihtiyaç duymaksızın ormanın derinliklerinde huzurla var olabilecekleri bir köşe bulabilirler. İnsan ise doğaya aykırı davranırken kendi doğasına karşı çalıştığını bilmeksizin bu ritme karşı, “tutmayı” başarır. Kin tutmayı, öfkesini saklamayı, suçluluklarını bir yük gibi sırtında taşımayı, eleştirilerini bir madalya gibi sıra sıra giysisine dikmeyi başarır. Sonra da onca yükün ağırlığı altında yerinde sayıklar insan. Doğa ilerlerken, dere akıp denizle buluşurken, güneş her gün yeniden yenilenerek doğarken, kertenkeleler kuyruklarını bırakıp, yılanlar derilerini değiştirirken, tırtıllar kelebek olurken ve yeni bir yeşillik kuru otlar arasından biterken, insan ilerisini hayal ettiğinde, olduğu yerde, kendi yarattığı yükün ağırlığı altında yorulmuştur bile.
Karanlık bir yükü zihinlerinin elleri ile taşımayı ve sırtlarına yüklemeyi gereklilik olarak görmediğinde insan, işte o zaman gerçekten affetmeye başlayabilir. Bu yükü omuzlarımıza kimse koymadı; biz yüklendik. Neyin yüküdür peki bu affetmenin önünde engel olan; sırtımızı büküp belimizi ağrıtsa da başımızı eğip bakışlarımızı sevgiyle yumuşatmaya izin vermeyen? Neyin yüküdür bu, onca ağırlığın altından bizi kurtaracak ve özgür kılacak olan affediş hissine yaklaşmamıza engel olacak kadar taşımayı bir gurur meselesi hâline getirdiğimiz?
Suçluluğun yüküdür. Bu yük ile kendimizi günah keçisi kılarız. Geçmişi tüm karanlığıyla en kuytu bucak iç mağaralarımızda saklamaya devam ederken, bir yandan da bu nostalji duygusundan hiç feda etmeksizin yarının umudundan bize pay düşmediğinden yakınırız. Kendimizi koşulların kurbanı ya da başkalarının davranışlarının bir sonucu noktasında değerlendiririz. Sağlıklı bir şekilde bir şeyi kestirip atması ve yeni bir şey doğurtması için bize yardımcı bir duygu olarak suçluluk hissinden, pişmanlıktan faydalanamaz, o duygunun yükü ile yoğrulur kalırız yolculuğun orta yerinde.
İlk affediş işte bu, kendimize karşı olan olmalıdır. Yanlış yapmadığımız ya da suçluluk hissedecek kusurlara sahip olmadığımızdan değil; bunların hepsinin bizim daha iyisini sergileyecek tecrübelere fırsat sunduğunu görebilmek için affetmek gerekir. Sımsıkı yapıştığımız o karanlığı serbest bırakmak; duygunun sağlıklı bir dönüşümüne itilebilmemiz adına ondan faydalanmak ve bırakmak… “Suçluluk seni özgür bırakıyorum. Var oluşum, koşulların bir sonucu değil ve davranışlarım hayatın etkilerine tepki vermek üzerine programlı değil. Ben özgür bir birey olarak şu anımı, yarınımı seçiyorum.”
Yoğun eleştirinin yüküdür. Mükemmel olmayan dünyada sakince yürürken, hayalini kurduğumuz ideal dünyaya doğru patikayı yürümeye üşendiğimiz zaman ortaya çıkan ve üşendikçe biriken bir yüktür affetmenin önündeki ikinci engel- eleştiri. “Yalanın İcadı” filmindeki gibi, her şeyi rasyonel bir zihinle görüp, ötesini araştırmamaya başlarız. Varsayımsal adımlar atmayız ve her adımımız öngörülebilir, her bakış açımız git gide daha yüzeysel olur. Böylece eleştiri yükleniriz. Durulan suyun kirlenmesi gibi kirlenmeye ve kirlendikçe daha gaddar, sert ve yıkıcı bakış açımızı keskinleştirmeye devam ederiz. “Olmaması gerekenler” listesini işaretlercesine sırtlanırız yaşamın karanlık yönlerini. Sırtlandıkça ağırlaşır, yürüyemez hâle geliriz. İlk varsayımsal hareketin ortaya çıkması için yargıç kıyafetinden bir an olsun soyunmak ve affetmek gerekir. “Peki ya sadece düşündüğüm kadar değilse?…” diyerek ilk adımı atabilmek için affetmek. “Eleştiri, seni özgür bırakıyorum. Çünkü düşündüğüm …… kadar değil dünya, daha ötesindeki gerçeği keşfetmek için bu kadar olmadığını varsaymaya ihtiyacım var.”
Mükemmeliyetçilik
Mükemmeliyetçiliğin yüküdür. İdeal olanı ellerle inşa edilecek olan çabada değil, gözle görünür dünyada aramanın yüküdür. Önce görmek isteyen ve öyle yapmak isteyen zihnin yüküdür. Koşullu adımlar atabilen, hesap yaparak verebilen, dolayısıyla sadece koşullu şekilde sevebilen kalplerin karanlığıdır bu yük. Düşündüğü şekilde, düşündüğü zamanda olmazsa düşünemeyen zihinlerin çıkmazıdır. Tam olarak olması gerektiği gibi sunulmazsa o yemeği yemektense aç kalmayı tercih edeceklerin oturduğu buzdan kulenin tepesinden yüklenir kişinin omuzlarına. Bu bakış, kalbi soğutur, açık fikirliliği kilitler, yaşamın dolambaçlı yollarını dar sokaklara sıkıştırır, bütünsel olanı parçalar, bir olanı çoklu gösterir. Temiz olanı küçümsetir; gösterişli ama boş olanı yüceltir. Affedebilmek için kendinde olanı gerçeğiyle görmesi gerekir.
Engeller kalktığında, yükler bırakıldığında, affediş özgürlüğünün sunduğu hafiflikten ilerleme doğar. Donmuş ve kişiyi durdurmuş olan zaman döner; biz değişebilen, dönüşebilen neşeyle arınmış kişilikler ortaya koymaya başlarız. Buradan da gerçek sevginin, koşulsuz var olma tatmininin, ruhsal doygunluğun meyveleri olgunlaşır. Doğanın uyumlu bütünlüğünün bir parçası olarak biz insanlar da yarınlar için umut vaat edebiliriz o zaman.
Elif ÖZTÜRK