YAŞIYORSAM UMUT VARDIR
Merhaba değerli okuyucular,
Romalı Hatip Cicero’nun sözüyle başlamak istedim, çünkü 2010 yılında ara verip, dijital ortama geçirdiğimiz kültürel, hümanist dergimiz Feniks’i tekrardan, üstelik dergi-kitap basmanın her zamankinden daha da güçleştiği bir zamanda tekrar basıyoruz. Umut, içinde cesaret erdemini barındıran ve bu sebeple de bizi harekete sevk ederek, coşku duymamızı sağlayan muhteşem bir erdemdir. Derler ki, bir erdeme sıkı sıkıya sarılırsan, diğer erdemleri de yanına getirirmiş. Bizde de böyle oldu sanırım, karanlığın giderek koyulaştığı bir zamanda hareket etmeye devam ettik. Bu cesareti gösteren, tüm yayın ekibini tebrik etmek istiyorum.
Öyle ya, umudun olmadığı yerde yığılmışlık, boşvermişlik, inançsızlık, anlamsızlık, neşesizlik vardır. Oysaki yaşam bize umudu vererek içimizdeki gücün farkına varmamızı da sağlamaktadır. Umut, boş bir dilek değildir, aksine zekâ-irade ile, umudunun eşliğinde ilerlemektir. Nihai hedefe ulaşırız, ulaşamayız bilemeyiz ama çaba gösterdiğimiz sürece ilerler ve olgunlaşırız. Evimize konuk bir sürü erdemin geldiğine tanık olarak, yaşamımızı anlamlandırmış oluruz ki bu da huzuru ve mutluluğu getirir. Korkuyla, bencillikle, çatışma ile yaşamımızı karartmak yerine, cesaretle çalışarak uyumu seçmeyi ilke edindik.
Her yeni yılda umutla daha iyi bir yıl dileriz birbirimize ama bunun kendiliğinden gerçekleşemeyeceğini hesaba katmayız, sanki bir el gelsin ve tüm olumsuzlukları düzeltsin isteriz. Oysaki, daha iyiye doğru bir çaba yoksa, durumlar sadece aşağıya doğru değişir. Bireysel ve toplumsal açıdan daha iyiye doğru bir çaba konulmalıdır. Ancak burada ortaya çıkan felsefi soru “daha iyi nedir” sorusudur. Bu konuda uzun uzun yazılabilir ancak yerimiz buna uygun değil. Benim için “daha iyi” kısaca “Başkalarının acıları üzerine mutluluk inşa edilemez.” fikriyle uyumlu olmaktır.
Bu fikir sözlerimi, davranışlarımı düzeltmek için iyi bir rehber oluyor. Bireysel olarak, kendi önceliklerim için haksızlık yapmamı, ilişkilerimde kendi ihtiyaçlarım için diğerlerinin haklarını gasp etmemi, trafikte kendi acil durumum nedeniyle diğer araçları tehlikeye atmamı, sırada beklerken diğerlerinin önüne geçmemi, daha yüksek not almak için soruları çalmamı, diğeri benim sorumsuzluğum nedeniyle aç kalırken sefa içerisinde yaşamamı, evleneceğim diye diğerinin boşanmasını istememi ve örnekler uzar gider, tüm bu bencilce eylemleri engelliyor. Diğerlerinin acılarına yüzümü çevirerek, gözümü kapayarak kendi mutluluğumu inşa edemeyeceğimi öğrendim. Toplumsal olarak da durum farklı sayılmaz; içinde yaşadığım toplum zevk içinde yaşasın diye birilerini sefalete, kaosa veya kirliliğe maruz bırakamam. Neden mi? Hepimiz bir bütünüz. Hepimiz aynı dünyadayız. Denizi kirletmeye devam ederken, temiz denizde yüzmeyi başaramayız.
Bizler, düşünmeye, sorgulamaya çalışan kişiler “senin benim kavgası”na mı kapılalım, yoksa bu sürecin başka çözüm yolları da var mı? Bu soruya yanıtı yıllar önce Erich From “sahip olmak ya da olmak” diyerek vermiş. Bazıları çözümü eşitlik ilkesine uyulması olarak düşünebilir ancak Grek filozofları eşit iki şey olamayacağından, eşitliğin adil bir durum olmayacağından bahseder. Öyle ya, hiçbirimizin kapasiteleri aynı değildir.
Bu sebeplerden dolayı kendimizden başlamayı öneriyorum. Herkesin mutluluğunu için hareket etmenin zor olmadığından bahsediyorum. Bir şekilde sahip oldukların, bir şekilde elinden gidebilir ama “olur” isek ya da o yolda olursak kimse içimizden o gücü alamaz. Gerçek ve kalıcı çözüm olarak içimize bakmaya sizleri davet ediyorum. Sizi uygulamalı felsefeye davet ediyorum.
Oya UYSAL