PANEL: TIBBIN AÇMAZLARI ÜZERİNE ŞİMDİ YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LAZIM

Günümüzde sağlık çalışanı, hasta ya da hasta yakını olsun, sağlık konusu bir kişinin gündemine girdiyse bu kişi bazı şeylerin yolunda gitmediğinin farkına varır. Ama nedir yolunda gitmeyen? Sağlığın ticarileştirilmiş olması mı? Tıbbın aşırı makine bağımlısı hâle gelmesi ve doktor hasta ilişkisinin kopması mı? İlaç firmalarının aşırı yönlendirici etkisi mi? Bütünsel bakışın ortadan kalkması mı? Bunca ilerlemeye rağmen kronik ve psikosomatik hastalıklara çözüm bulamayışımız ve hâlâ idiopatik (sebebi belli olmayan) pek çok hastalığın oluşu mu? Bu ve bunun gibi birçok soru sorulabilir ve bunlara ayrı ayrı cevaplar verilebilir. Ancak soruların tümüne birden yeni bir tıp konsepti ya da yeni bir tıp paradigması ile cevap vereceğimizi düşünüyoruz. Bu yeni paradigma, tıp felsefesi aracılığı ile ortaya çıkacaktır. Bu amaçla gerçekleştirdiğimiz panelimizde ortaya çıkan düşünceleri maddeler hâlinde şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Sağlıklı olmak kazanılması gereken bir yetenektir. Kişinin kendi sağlığından sorumlu olması; sağlık bilincinin oluşması gerekir. Bu nedenle sağlıklı olmak, tıbbın olduğu kadar felsefe ve etiğin de konusu olmalıdır. Sağlıklı olmak yeteneği, çocukluktan itibaren felsefi bakış açısı eğitim kurumlarında yerleştirilmeli, ders programlarına konulmalıdır.
  2. Sağlığı korumak için sağlıklı yaşam davranışları; düzenli uyku, stresle baş etme, hijyen, düzenli fizik aktivite, iletişim becerileri, tütün kontrolü, sağlık sorumluluğu ve kendini gerçekleştirme davranışlarının hayata geçirilmesi felsefi bir anlayışla mümkün görünmektedir.
  3. Sağlık profesyonellerinin desteği kişilerin sağlıklarını koruma yeteneklerini köreltecek boyutta olmamalıdır. Tedavi yöntemleri, bireylerin sağlıklı olma yeteneklerini ellerinden alacak hâle getirilmemeli ve sağlık konusunda bireylerin üzerine düşen sorumluluğu yok etmemelidir.
  4. Felsefe, bütün bilimlerin asıl unsurudur, felsefesiz bilim yaşayamaz. Özellikle tıp felsefesiz olamaz. Bu nedenle hekim, sadece bir meslek mensubu değil, aynı zamanda geniş kültürüyle sanatkâr ve filozof tabiatında bir insan olmalıdır. Tıp eğitiminin içinde tıp felsefesi, bir dersin ötesinde tüm eğitime nüfuz etmiş şekilde bulunmalıdır.
  5. Tıp tarihçileri tarafından tıp ve felsefe arasındaki ilişkinin derinliğinin fark edilmesi ve yansıtılması gerekir. Tıbbı bir ekol hâline getirmiş Hipokrat, Galen, Ebu Bekir Razi ve İbn-i Sina gibi büyük hekimlerin filozof-hekim şeklinde yansıtılması tıbbın hikmet ve felsefe ile ilişkisini göstermek için önemli bir imkân sağlar.
  6. Sağlıkta bütünsel bakış kaybolmuştur. Bu yüzden, insan yavaş yavaş bedeninden, zamandan, deneyimden ve sağduyudan kopmuştur. Sağlık, bu kopuşlar düzeltilmediği müddetçe mümkün değildir. Bu birleşme için felsefenin rehberliğine ve filozof hekimlere ihtiyaç vardır.
  7. Binlerce yıldır uygulanmakta olan ya da yeni ortaya çıkmış tüm tıp yöntemlerinin (Modern Tıp, Geleneksel Çin Tıbbı, Homeopati, Ayurvedik Tıp, Osteopati, Sujok, Aromaterapi vb.) tedavi alanında doğru şekilde yer alabilmesi için hepsi aynı amaç için çalışan farklı yöntemler olarak görülmeli, felsefeleri ve kuramsal arka planları birbirine karıştırılmamalıdır. Her bir tıp yöntemi farklı dilbilgisi kurallarına sahip diller gibi kabul edilmeli ve bir dilin dilbilgisi kuralı ile diğer bir dil için kullanılmadığı gibi bir tıp yöntemine ait kuram, felsefe ve terminoloji diğer bir yöntem için kullanmamalıdır.
  8. Ağrı yorumun (hermönötiğin) konusudur, çünkü ağrı bedensel tepkimelerin nesnel ölçümlerini değil insanın kendisine ve dünyaya ait öznel yargılarının sübjektif dışa vurumunu ifade eder. Dolayısıyla ağrı bir yanıyla öznel bir yanıyla da nesneldir. Özneldir; çünkü onu kişiler yaşamaktadır, nesneldir çünkü kişinin ağrı deneyimini dile getirdiği dil kendi icat ettiği bir dil değildir.
  9. Tıpta modern epistemolojik bakış, bedenlerin kültürel çoğulluğunu yeteri kadar görememekte, bu çoğulluğu göremediği için tedavinin çoğulluğunu düşünememekte ve buna bağlı olarak da tek bir bakış açısı üzerinde ısrarcı olmaktadır. Bu nedenle bedenlerin kültürel çoğulluğunu gözeten yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır.
  10. İnsan bir makine olmadığı için ağrı da bir mekanizma değildir, ağrı tıkır tıkır işleyen bir motorun arıza yapması değildir. Ağrı, içinde pek çok faktörü barındıran, kişinin aynı zamanda dünyayı ve kendini algılama biçimini barındıran bir yaklaşımdır ve ağrı her zaman bir işarettir. Ağrı eğer bir işaretse işarete değil de işaretçinin bize işaret ettiği şeye bakmamız yani ruhsal, kültürel, psikolojik, ekolojik, sosyolojik olguları bakmamız çok daha anlamlı ve yerindedir.

Konuşmacılar (Konuşma sırasına göre):

Doç. Dr. Adalet KUTLU, Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü

Doç. Dr. Mehmet ULUKÜTÜK, Bursa Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Sosyoloji Bölümü

Doç. Dr. Şahin EFİL, İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü

Dr. Mahmut ŞANSAL, Mersin Şehir E.A. Hastanesi, Gastroenteroloji Bölümü

Panelin tam kaydına https://youtu.be/75s5p1hY2rA3192s bağlantısından ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir