GİZLERE AÇILAN KAPI: RÜYALAR

“Yorumlanmamış bir rüya açılmamış bir mektup gibidir.”
Talmud

GELENEKTE RÜYALAR

Antik çağda rüyalar, öncelikle insanlar ile tanrılar arasında bir “köprü” olarak değerlendiriliyordu. Rüyalarda insanlar, kendileriyle bu sembolik dil sayesinde bağlantı kuran tanrılardan mesajlar alıyorlardı (bu dilin insanlara, birbirlerini anlamalarını sağlamak amacı ile tanrılar tarafından öğretildiği söylenmektedir). Rüyalar aynı zamanda iyileştirmeye de yarıyor. Hastalar Mısır’da Seraphis (şifa ve bereket tanrısı) veya Yunanistan’da Asklepios’unki (Tıp Tanrısı) gibi tapınaklara gidiyordu. Bu yerlerde gördükleri rüyalarda, hastalıklarının neden ve çarelerini onlara söyleyen veya sadece varlıkları ile bunları iyileştiren koruyucu tanrıyı görüyorlardı. Bazı varlıklar bunların temsil ettiği bilinç durumunda geleceği görebildiklerinden rüyalar, aynı zamanda olacağı bilmek için bir aracı olmuştur.

Demotik (1) bir metinde; “ Tanrı rüyayı gözleri karanlıklarda olan uyuyana yol göstermek için yaratmıştır” denmektedir. İran’da; “Rüyalar yeni bir bilince girmeyi sağlar; bu sayede başka bir kimseye dönüşebilir” denir. Budizm’de ise; “Ruhun en gizli sırlarını öğrenmeyi sağlayan rüyalar vardır” denir. Platon: “ Eter (2) bölgelerinde yayılmış olan cinler, çözülmüş fikirlerle dolu olan ruhlarımıza duygu getirmek ve Tanrı’nın emirlerini bize iletmek için yanımıza gelirler “demiştir. Efesli Artemidoros(3) ise rüya görmenin en değişik koşullarda bile mutluluk veya mutsuzluktan haber veren ruhun bir teyidi olduğunu söylemiş ve değişmez yorum anahtarları olmadığını ileri sürmüştür. İslam’da ” rüya, tanrısı ile insan arasında bir konuşmadır”. İskenderiyeli Philon(4) için “ imgeleri İlahi olan tarafından gönderilmiş olan rüyalar vardır..; bir de Evrenin ruhu ile bizim düşüncemizin işbirliğinden ortaya çıkan rüyalar vardır ve bunlar geleceği söyleme yeteneğine sahiptirler” ve Homeros “ Apollon, Zeus veya Kronos tarafından gönderilen” rüyalardan bahsetmiştir.

En eski kültürlerden beri rüya, insanlığın tüm büyüsel-dinsel sembolizminde yer almıştır. Mısır papirüsleri, çivi yazısı tabletleri, İncil’e dair metinler hep bize fiziksel vücudunun bağlantıları ve beynin sınırlarından bağımsız kalan insan ruhunun daha etkili bir şekilde Doğa’nın Gerçekliğini okuma ve anlama yetkisine sahip olarak öbür dünya ile bağlantı kurduğu, olacakları müjdeleyen rüyalardan bahsetmişlerdir.

Aynı şekilde Zerdüşt’e rüyalarda çeşitli vahiyler gelmiştir. Brutus kendi yenilgisinin haberini rüyada almıştır. Eşi Calpurnia, Sezar’ın ölümünü görmüştür. Dante’ye İlahi Komedya’yı esinleyen bir rüyadır. Apollo, Galenos’un rüyasına girerek ona kendisini tıbba adaması gerektiğini söylemiştir. Edison’un rüyaları, kendisinin anlattığına göre çözülmez bir problem ile her karşılaşışında uyumaya gidip her seferinde çözümü bulması ile ünlüdür. Jung, kendisini psikoloji ile simya arasındaki ilişkiyi aramaya itenin bir dizi şaşırtıcı rüya olduğunu söylemiştir.

Hermetik[1] bilimlere göre rüyalar insana Dünya’daki ilk adımlarında rehberlik eder. İnsan olmuş olan el değmemiş ruh, gelişme aşamasında henüz var olmamış ama olasılıklarla dolu iken geçen çağlarda bir ruh, bir bilinç, bir tarih meydana getirmiştir; bu görmüş geçirmiş ruh, rüyalar dünyasından beri ikili fiziğine öğüt veren ruhtur. Ebedi ruh, yolcu varlıkla bu şekilde diyalog kurarak onu görüş hatalarının ittiği tehlikelerden korur.

Eski psikoloji bize uyku ve uyanıklığın farklı varoluş biçimlerine karşılık gelen farklı bilinç durumlarından başka bir şey olmadığını söyler. Doğu’dan gelenler, Büyük Uyanıştan, bizi zincirleyen yanılsamadan kurtulma olarak bahsederler, uyku, bilincimize göksel, zihinsel veya ruhsal olabilecek başka bir boyut ile nüfuz eder ve bu sayede uyanıklık durumunda iken bizim için karanlık olan o dünyayı öğrenebiliriz. Bazı ezoterik filozoflar ve bazı psikologlar işi, insanın uykusu kozmik bir uyku olduğundan geleceğin rüyalar sayesinde kazanıldığını söylemeye dek vardırırlar.

Zaman geçtikçe insanın fiziksel yönünü aşkın yönüne bağlayan göbek bağı kopar. Hıristiyanlık kâhinlik sanatını büyücülükle bağlantılı olacağı noktaya kadar lanetli bir sanat haline getirir. Bu alanlardaki karanlığın artması ile insanlar, o zaman doğal olup bugün ezoterik hale gelen bilgilerden uzaklaşır ve bunları kaybederler.

FREUD VE JUNG’A GÖRE RÜYALAR

Bu karanlık hale getirmeden sonra gece evrenini kurcalama yeteneğine sahip ilk düşünürler Kilise tarafından yasaklananlar olurlar. Burada insanların arzuları ile bu kurumlar tarafından yaratılan yapay ahlak çelişir. Tıbbi ve tarihsel gereklilikler ortaya çıkar ye yavaş yavaş rüyalarda kendini gösteren bu gizli dünyaya değerini vermek gerekir: bilinçaltı. Freud, bizim rüyaların ve psişik olayların anlamlı değerini anlamamızı sağlar. Başlangıçta rüyalarla ilgili sembollere dair yaptığı tek yorum o sırada toplumun yaşamakta olduğu nevrozdan dolayı cinsel türde olsa da daha sonra Freud’u izleyenler daha başka anlamlar ileri sürerek, hastanın ve onun yaşam koşullarının çok önemli olduğu ve aynı sembolün herkes için aynı anlama gelmediği sonucuna vardılar.

Antik çağda bilincin üç durumundan bahsedilirdi: hayvan, insan ve tanrı. Freud, İd, Ego ve Süper Ego’dan bahseder. Jung ise, bilinçaltı, bilinç ve bilinçüstünden ya da anima, persona ve gölgeden bahseder. Bu, Jung’un “bireyselleşme” olarak yeniden adlandırdığı bir işleme göre dünyadaki gölgesine, gölge kendisine olabildiği kadar fazla benzeyecek şekilde çok büyük bir mükemmellik yükleyen ilksel modeli hatırlatmaktadır. Evrensel nitelikli ve başkalarının yanı sıra Platon’un da bahsettiği bu ilksel imgeler, insan ruhunun, bütünlüğüne doğru olan evriminin büyük safhalarında ilk adımları atarak rüyalarda görünürler. Bilimsel, sanatsal, mistik veya politik her yönelimin başlangıcında genelde özneyi şaşırtarak bir yolda rehberliğini yapan rüyalar oluşur. Rüyalar ile ilgili simgeler, (Jung bunların mitolojide görülen simgelere benzer olduklarını göstermişti) bilinçaltının bilince, ona yardım etmek ve onu yönlendirmek için gönderdiği bir mesajı oluşturur. Gerçekleşmeye gebe tarihsel kaderi kovalayarak, rüya göreni içsel durumundan haberdar eder ve çıkışı, geleceği gösterir.

Rüyalar, bilinçaltının bir fotoğrafı gibi olsa onunla diğerinin -ikizimizin- bizim hakkımızda ve bizim için düşündüklerini öğrenirdik. Bu, uyku sırasında ruhumuzun çok derin yataklarından -aşağıya veya yukarıya doğru- suların arasında oluşan takımadalar veya zaman boyunca sarkıtların arasında oluşan dikitler gibi yüzeye çıkar.

Rüyalar, genel olarak bir çeşit karşılaşma ve hazırlanma olarak görülür. Karşılaşma çünkü burada uyanık bilincin unuttuğu, reddettiği veya ihmal ettiği her şeyi buluruz. Hazırlanma çünkü bizim kendimizi gerçekleştirmemizi sağlayacak olanı arar. Bu anlamda mesajını yorumlamak şarttır ve bunu kesin doğru olarak yapabilecek tek kişi rüyayı görenin kendisidir.

Freud’dan farklı olarak onun takipçisi Jung, “bilincin sesinin” sadece harici uygarlık tarafından empoze edilen bir kültürel özellik olmadığını, her insanın kendi içinde taşıdığı ve belli bir şekilde bedelini ödemeden ihmal edemeyeceği bir tür içsel kanun olduğunu açıklamıştır. Bu “ses” hiçbir zaman korkuyu bir araç olarak kullanarak bizi azarlamak istemez. Sadece bizim üstün gerçeklere yaklaşmamızı ister. Rüyanın sonu iyileşmedir. Rüya görmemek, uyumamak gibi delilik ve ölüme kadar götürebilir.

Rüyaların sebepleri ile ilgili farklı görüş açılarından bazı teorilere bakalım:

A) FİZYOLOJİK:

Enerjetik Teori: Rüya, krotoplazmanın azalması sebebiyle nöronların yorulması sonucu ortaya çıkar. Rüya, krotoplazmanın yenilenmesine ve harcanan enerjinin tekrar kazanılmasına imkân verir.

Nörodinamik Teori: Rüya sinirlerin serbestçe hareketini engelleyen, sinir yollarının kesilmesi ya da dentritelerin kasılmasından dolayı olur.

Hipotalamus Teorisi: Kleitman’a göre rüya, beynin dış kısmındaki hipotalamusun ritmik faaliyetlerine bağlıdır.

Kan Dolaşımı Teorisi: Rüya, hipotalamusta yer alan hipotetik uyku merkezi tarafından kontrol edilen beyinle ilgili bir anemi sonucu ortaya çıkar.

Biokimya Teorisi: Rüya, dokusal solunum sonucu oluşan düzensiz fizyolojik hücrelerin ürünü olan karbondioksit birikiminin oluşturduğu narkozdan dolayı gerçekleşir.

B) PSİKOLOJİK:

Pavlov’un Teorisi: Rüya, beynin dış kabuğunun engellenmesi sonucudur.

Kraepelin Teorisi: Rüya, bitkinlikten kaçınmak için yapılan pozitif bir eylem, bir içgüdü, doğuştan var olan bir eğilimdir. İrade ve telkinle motive edilebilir. Nevrotikler bunu genelde aynı kolaylıkla yapamazken iradeli olanlar kolaylıkla uyuyabilirler.

Hipnotik Teori: Fizyolojik ve hipnotik rüya, kişinin kendisini rahatsız eden konulara dikkatinin azalması sonucu ortaya çıkar. Bu ikisi birbirlerinden farklı olmalarına rağmen, her ikisinde de nabzın atışı, nefes alma ritmi azalır ve kaslar gevşer.

C) GİZEMCİLER:

Sylvan J. Muldoon: Rüya esnasında astral beden fiziksel bedenden kendini yenilemek için ayrılır; uykunun derinliği ve kendini yenileme derecesi bu iki beden arasındaki mesafeye bağlıdır.

Leadbeater: Derin rüya esnasında, fiziksel beden, Egonun bir aracı olan Astral beden altında sakince uzanır şekilde yatağa yayılmıştır. Rüya, fiziksel bedenin yakınındaki astral bedende uçan üstün ilkelerin fiziksel bedenden çekilmesidir.

Gladys Mayer: Rüya, ruhun tin aracılığı ile gücünü yenilemesidir.

Hereward Carrington: Pek çok yazar; “Hayati bir gücün varlığını ve uyku saatleri sırasında tamamen vücuda çekilerek ruhani dünyadaki seyahati sırasında güç ve enerji alan bir insan ruhunun mevcudiyetini kabul etmeden uyku üzerine tatmin edici bir teori oluşturamayız” diyen Hereward Carrington’dan alıntı yapmıştır.

RÜYA, İÇSEL REHBER

Doğu mistiklerinin “aydınlanma” olarak adlandırdıkları özel zihinsel durum sırasında bir dizi tuhaf olay gerçekleşir: birden fazla olan “beynimiz” tek beyne dönüşür. Neokorteks ( burada entelektüel düşünce oluşur), sinir sistemi, talamus (burada da duygular oluşur) ve omurilik soğanı ( sezgisel-bilinçaltı ile ilgili kısım) her zaman mümkün olduğu halde daha önce gerçekleşmemiş bir hücreler arası iletişim tarzına geçer. Aydınlanma bilincin en yüksek evresidir; kendini, başkaları ile çok derin bir barış içinde olma ile dünya ile uyum ve Evren’in anlaşılması ile ( Kozmik bilinç olarak adlandırdıkları da budur) belli eder. Varlık kendini evrensel ruhla bütünleşir. Daha sonra ilgisi kaybolur, ego bir yanılsamaya benzer ve oyunu biter.

Bilincimizi ne sınırlar? Bilincimiz, korkumuz, kendi bilinmezliğimiz. Algı üzerine çalışanlar birden fazla şekilde kör olduğumuzu görmüşlerdir; “duygusal bastırma” olarak adlandırılan bu olguya hayvanlarda da rastlanır ve bu özellik ortama adapte olmakta kullanılır. Buradan belli şeyleri kabul ederken diğerlerini süzen ve bilinçli veya bilinçsiz olarak kabul etmeyen duyusal verilerin seçimi gelir. Bu kısıtlayıcı bilinç, ırkın evrimi ve belli anlarda hayatta kalmak için gereklidir. Aslında artık gerekli değildir. Hatta tam tersine bunun, bizi soyumuzun tükenmesine iten ana neden olduğu tahmin edilir çünkü bu bizim değişmek ve başka bir madde haline gelmek için bilmemiz gereken şeyleri ve olayları görmemizi engeller.

Antik Çağ’ın insanları uykuyu ölüme benzetir ve ona, onun küçük kardeşi derlerdi. Onlar için gece ve gündüz, hayatın ve ölümün çevrimini ve daha büyük çaplı olan Yaratılış veya Ruh’un kendini maddede göstermesi ve yeniden Ana İlke’de kayboluşunu küçük çapta temsil etmekte idi.

Yeni Ezoterik(5) geleneklere göre uykuda çok derin bir göksel etkinliğe girilse de, uyanıkken bu yaşananlar hakkında hiçbir şey hatırlanmaz veya çok az şey hatırlanır ve sorunların çözümünün veya esinin nereden geldiği bilinmez. Astral planda, uyanıkken yaşanan deneyimler hatırlanır ancak fiziksel planda insanların çoğu astral planda iken yaşadıklarını hatırlayamaz. Bu fiziksel vücut, beyin ve göksel taşıyıcı arasındaki bağlantının iyice anlaşılmamış olmasından kaynaklanıyormuş gibi görünür. Bu (açıklama) “eterik köprü” zayıftır ve zihin “fiziksel ayağını” üstüne basmaya çalıştığında kırılır; hatırlamak için en çok zorlandığımız şeyler, yaşadıklarımızdan en fazla unuttuklarımızdır. Antik çağda ilk bilgilerin verildiği tapınaklarda müritlere bilincini bir plandan diğerine geçirmeyi denemeleri tavsiye edilirdi. Ayrıca müridin, rüya görürken rüya görmemek için değil ama kendi üzerinde sahip olduğu gücü göstermek için uyanması gerekirdi. Astral güçlerin ellerinde bir kukla olmamak için zihinsel ve duygusal olana hükmedebilmek gerekirdi. Astral planda gözlerini açmadan önce müritten çılgınlığa gömülmemesi için iyi duyuların yanı sıra büyük bir saflık ve çok iyi bir ahlak yapısı beklenirdi.

Eflatun, iki bin yıldan da çok bir zaman önce “Bir Tanrıyım ve bunu, unuttum” diye haykırmıştı. Ölümsüz olduğu halde kendini ölümlü sanan ve kendini sınırlayan kâğıttan sahte kapıyı yıkma özgürlüğünü kullanmadan varlığını tüketen gölgeler tarafından kötüye kullanılan ve kemirilen insanın üzücü durumu. Çin gölgelerini (karagöz oyunu gibi bir oyun ç.n.) gerçeklik olarak kabul ederek içinde yaşadığımız ve çabaladığımız hatalar mağarasında, bize yol gösterebilecek bir aydınlık bilinç vardır.

Bilincimizin aydınlanması bir anlamda karanlık olanı özümsemek, tanımak, kabullenmek ve değiştirmekten geçer, “içsel denizleri” geçmek, “cehenneme inmek”, “aşağı dünyalara” inmek. Eski kişilik olarak ölmek ve yeni bir insan olarak doğmak. Kendi yeteneklerimizi geliştiren ve onları onaylayan bir sınav ve zorluktan geçmek. Ejderhayı en yüksek göklerde uçabilen bir kuşa dönüştürmek. Küllerinden ölümsüzlüğünün bilincinde olan bir Ruh olarak yeniden doğmak.

Uykuda da ölümde olduğu gibi somut maddeyle ince ruhsal plan arasında var olan köprüden geçeriz. Her gece bir parça ölür ve sonra belki de yeni bir hayata giden yolu açan ölümdeki gibi yeniden doğarız. Bu yolculuktan vücutta olan ayrılmanın ötesinde sürekliliğimizin bilincine varmak ve kendimizi tamamı ile öğrenmek ve bilmek için faydalanabiliriz ve faydalanmalıyız. Ölümü, bilinçsizliği böylece yenmek. Uyanmak, yaşamak! Kendinin ustası ve hâkimi olabilmek. Ayrıca ‘Birliğe’, Üstün İyiye varmak için Evrim’in tanrısal planında etkinlikle hizmet vermek.

Dolores VİLLEGAS

Çeviri: Yeşim ÖZBEN

Dipnotlar:

(1) Demotik yazı: Eski Mısırlıların sadeleştirilmiş yazısı.

(2) Astral: Bkz. Sözlük Sayfa: 45-46

(3) Efesli Artemidoros: Daldianos Artemidoros İ.S. II. YY’da yaşamış, “Düşlerin Yorumu” adlı kitabı ile ilkçağ inanışları, efsaneleri ile ilgili değerli bilgiler veren kâhindir.

(4) Philon: İskenderiyeli filozof, iman ile felsefi düşünce arasında bir bireşim denemiştir.

(5) Ezoterik: Bkz. Sözlük Sayfa- 45-46

Kavram Açıklamaları:

Hermetik: Mısır’ın Thoth’u veya Yunan Hermes’i olsun, Eskilere göre Akıl Tanrısı, Eflatun’a göre “Sayıları, geometriyi, astronomi ve harfleri keşfeden” Hermes’in ezoterik öğretileri ile ilgili her doktrin veya yazı.

Hermes Trismegistus: Mısırlı “üç kere büyük Hermes”. Kendisinden sonra Hermetik Felsefe’nin adlandırıldığı mitik kişilik. Mısır’da Tanrı Thoth veya Thot. Felsefe ve Simya üzerine yazan pek çok eski Yunan yazarının genel adı. Hermes Trismegistus insan görünümünde, Hermes veya Thoth’n adıdır. Tanrı olarak bundan çok daha ötedir. Hermes-Thoth-Aah olarak Thoth; Ay’dır. Sembolü yaratıcı Aklın özünü içerdiği düşünülen Ay’ın aydınlık yüzüdür; “Hermes’in iksiri”.

Hermetizm: Düşüncede, mitik ve tarihsel olarak, Hermetika’ya (Hermes Trismegiste’ye atfedilen yazıların tümü) dayanır. Dünya görüşüyle ve makro kozmos ile mikro kozmosu birleştiren bağlar üzerine kurulu oluşuyla Hermetizm, asırlar boyunca Batı tarihinde, her şeyden önce dualizmin (ikicilik) tüm şekillerinin aşılması için “çalışmaya” istekli bir düşünce birliği oluşturdu. Hermetizm, çeşitli tinsel duyarlığa ve bir o kadar da esnekliğe sahip olmasıyla karakterize edilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir